Sizler de benim gibi, problem çözümü esnasında beyaz tahtanın karşısına geçip, eline aldığı beyaz tahta kalemi ile, tasarım bekleyen problemin çözümünü tırnaklarınızı yedirtecek kadar basit ve güzel resmedebilen tasarımcıları camdan atıp, helvalarını afiyetle yemek isteyenlerden misiniz?
Molly Inglish’in Medium’daki “UX Tasarımcıları’nın Ninja Yetenekleri” olarak Türkçe’ye çevrilebilecek makalesini okurken, yukarıda camdan atıp helvasını yemeye karar verdiğimiz adamların nasıl bir ortak paydaya sahip olduklarına dair merakım depreşiverdi. Ben de hem makaleyi sizlerle de paylaşabilmek hem de iki kelam da olsa konu hakkındaki görüşlerimi paylaşmak istedim.
Aslında bu makale, startup’ların UX Tasarımcısı istihdam ederken, nasıl bir eleme sistemiyle hareket etmeleri gerektiğine dair çok güzel ipuçları barındırıyor. Dolayısıyla, makaleyle benim yazımın başlığının direkt bir bağı bulunmuyor. Ben, -şu anda bunu nasıl yapacağım hakkında hiçbir fikrim olmasa da- ghost-writing yaparken, içeriği bizim ana fikre bağlayacağım.
Bu içerik ücretsiz!
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç. Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Problemin çözümünü resmederken diğerlerini de çözümün bir parçası yapmalısınız.
Güzel grafikler çizebilmek bir yetenek ancak çözüm değil. Eğer saatlerinizi harcayarak yalamak isteyeceğimiz kıvamda bir akış diagramını beyaz tahtaya aktarabiliyorsanız, odadaki diğer tüm katılımcıları çileden çıkartabileceğinize bahse girerim. Dolayısıyla, mükemmel bir sanat eseri çıkartmakla vaktinizi kaybetmemelisiniz. O beyaz tahtaya, kaleminizle dokunduğunuz an hayat bulan her nokta, bir sonrakine doğru uzanırken odadakiler sizin nereye gittiğinizi heyecanla gözlemlemeli. Gözleri kaleminizde, kulakları ise sizin yapacağınız dublajda olmalı. Ki böylelikle hikayeniz, onları içine çekmeye başlayabilsin… Ben iyi bir UX Tasarımcısı’nın hikayesini tahtaya yansıtabilmesi ile iyi dublaj yapabilmesinin, başarılı bir seansın anahtar yetkinlikleri olduğunu düşünenlerdenim.
Şu aşağıdaki video, tam da bunu özetliyor.
Bu yetenek, fabrika ayarlarıyla gelmiyor. Antrenman yapmalısınız.
Antrenman yapabilmek için en azından 1 kişiye daha ihtiyacınız var. (Daha fazlasını bulabilirseniz, çok daha iyi sonuçlar alabilirsiniz.) Hiçbir şekilde önceden hazırlık yapamayacağınız “kullanıcı deneyimi çözümlemesi” gerektiren problemler arasından rastgele çekeceğiniz bir tanesi ile işe koyulabilirsiniz. İhtiyacınız olan o 1 kişi, size -sıkıştığınız anlarda- ipuçları verebilecek (Google gibi :)) kaynaklara erişebiliyor olsun. Mutlaka bir kronometre ile çalışmaya özen gösterin ve kendinize en fazla 20 dakika verin. (Olursa çok güzel olacak olan) Diğer katılımcı bu 20 dakika boyunca sizi gözlemlesin ve olabildiğince objektif şekilde görüşlerini not etsin. Sesli düşünerek, çözüm bekleyen problemin kullanıcı deneyimini önce parçalara ayırın ve sırasıyla (eğer yapabilirseniz birazdan sayacaklarımın tümünü) personaları, onların kullanım hikayelerini, nasıl bir görev yapısı ile hareket edeceklerini, konsept modelinizi ve tabi ki arayüz eskizlerinizi asla susmadan anlatmaya çalışın. İlk başlarda muhtelemen beklediğiniz çıktıya ulaşamayacak ve sinirleneceksiniz. Bu normal. Tıkandığınız noktalarda ipucu almak için kaynaklara erişebilen o 1 kişiye danışın ve seansın sonunda gözlemcinin notlarını tüm yelkenlerinizi indirerek değerlendirin. Egonuzu dizginlemeyi öğrenin. Her seansın sonunda beyaz tahtanın fotoğrafını çekin ve mutlaka arşivleyin. İterasyonlarınızda göreceğiniz gelişim, motivasyonunuzun ana kaynağı olacaktır.
Bu birdiyalog. Dünyayı Kurtaran Adam olmaya çalışmayın.
Bugüne kadar beyaz tahtayı Da Vinci gibi kullanan tüm UX Tasarımcıları’nda gördüğüm ortak paydalardan bir tanesi de “doğru zamanda, doğru soruları sorarak” ilerlemeleri olmuştur. Onlar sadece çizim yapmazlar, aynı zamanda size de çizim yaptırırlar… Tabi kalemi kendi ellerinden bırakmadan. Aşağıdaki sorular “tipik” olarak sınıflandırılabilecek olanlarındandır:
– Sizce şu anda burada neyi gözden kaçırmış olabilirim?
– Bu adımı attıktan sonra geriye dönmemizi gerektirecek bir durum var mı?
– “Bitti” diyebileceğimiz kadar detaya girdik mi?
– Tahta bitti, hikaye bitmedi. Sizce de şurayı silebilirim değil mi?
– Burayı atlasam, ne kaybederiz?
Son olarak, paylaşmadan geçemeyeceğim birkaç ipucu…
Çizmeye başlamadan önce beyaz tahtayı sadece sizin görebileceğiniz şekilde bölümlendirin. Önem sırasına bağlı bir görsel yapılandırma, hikayenizle görsel tutarlılığı sağlayacak ve sizi disipline edecektir.
Gözünüz saatte olsun. Sakın ola çözümünüzü dinleyecek ve ona katkıda bulunacak olanların sonsuz bir süre boyunca dikkat kesileceklerini ummayın. Ne kadar zaman istediyseniz o süre içerisinde kalmaya özen gösterin.
Mümkünse okunabilir ve büyük harflerle yazın.
Tipografik hiyerarşide tutarlı olun. Başlığın başlık, kesik çizginin kesik çizgi, tarayıcı eskizinizin tarayıcıya benzediği belli olsun.
Çözümün, son kullanıcının görebileceği bir çıktı / konsept ile sonlanmasına özen gösterin. Süreniz bittiğinde hikayenizin, ucu açık kalan Fransız filmleri gibi mideye oturmasına izin vermeyin.
Gayet başarılı bir beyaz tahta kullanımı senaryosunun adımlarının neler olduğunu incelemek isterseniz, Molly Inglish‘in Medium’daki “The Ninja Skill for UX Designers” isimli makalesine mutlaka bir göz atın.