Son zamanlarda özellikle Netflix ile birlikte anılan "binge watching" kavramını, bunun orijinal içerik üretimi ve sunumu ile olan ilişkisini ve içerik kavramına getirdiği yeni soluklardan söz ettik bu yazımızda.
Çok yemek, tıkınmak, fazlaca içmek, ya da büyük eğlence, cümbüş gibi anlamlara gelen binge’nin izleme eylemiyle birleşmesinden meydana gelen binge watching tabiri, bildiğiniz ya da tahmin edeceğiniz üzere, bir oturuşta, bölümlük ilerleyen bir dizinin ya da programın bir sezonunun bütününü ya da tamamını izleme olayını tabir etmek için kullanılıyor.
Görebildiğim kadarıyla bizde henüz bu kavramın tam bir Türkçe karşılığı yok. Bunun bir sebebi olarak, dışarıdan gelen bu tarz tabirlerin popüler kültür kaynaklı oluşu ve yerlileşmeye fırsat bulamadan olduğu haliyle kullanımının oturması ve yaygınlaşması gösterilebilir ama, bizde henüz ‘binge’ edilecek türden bir televizyon içeriği kültürünün olmayışının etkisi olduğunu söylemek de sanırım çok yanlış olmaz.
Kavramın ortaya çıkışının temelinde, Amerikan televizyonlarının geçmişten itibaren yaptığı özel yayın çeşitlerinden biri olan maraton dizi yayınlarının olduğu ve sonrasında dvd ve ev sineması kültürünün yükselişiyle paralel olarak, bu tabirin de yaygınlık kazandığı söyleniyor. Ancak, bu denli fazlaca kullanılmaya başlanması ve üzerinde durulması, Netflix başta olmak üzere son yıllarda, ABD’den başlayarak dünyaya yayılan internet kaynaklı özel yayıncılığın yaygınlaşması ve yükselişiyle oluyor.
Bu içerik ücretsiz!
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç. Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Doğuş tarihi olarak genellikle, 2000’lerin ilk yarısındaki HBO ve The Sopranos, Six Feet Under gibi arthouse sinema düzeyindeki televizyonculuk başarılarının gösterildiği ABD’deki Golden Age of TV döneminin, orijinal ve kaliteli içerik tüketimine alıştırdığı ve hazır ettiği izleyici kitlesinin de etkisiyle ortaya çıkan, Amazon Prime, HBO GO, Hulu gibi örneklerin verilebileceği konuyla ilgili en çok üzerinde durulması gereken isim olarak Netflix öne çıkıyor şimdilik. Amerikan menşeli dizilerle ya da popüler kültürle az buçuk alakalıysanız kesinlikle duymuş, görmüş ya da izlemiş olabileceğiniz politik gerilim örneği House of Cards ya da on yıl öncesinde bitirilip Netflix tarafından yeni bir sezon imkanı daha tanınan kült komedi Arrested Development Netlifx’i tanımanızın en önemli etkenlerinden olabilir. Kendi ülkesinde bir dvd ve film kiralama şirketi olan Netflix’in orijinal programcılık yani orijinal içerik sayesinde devleşmesi ve kısa süre içinde ardıllarını getiren bir dijital yayıncılık devriminin ateşleyicisi konumuna gelişi bu yazının asıl konusunu oluşturuyor.
Şimdi içinde bulunduğumuz on yılın başına dönelim ve orijinal içerik üretiminin ve dağıtımının temelinde olduğu, bir şirketin iş modeli değişikliğinin, dev bütçelerin ve bıçak sırtı kararların içinde bulunduğu hikayenin nasıl oluştuğuna kısaca bir bakalım.
Netflix CEO’su Reed Hastings, 2010 yılına ait raporunda, şirketin içinde bulunduğu durumu, abone sayısındaki artış daha fazla içerik alabilmemizi, bu da karşılığında daha fazla üye gelmesini sağlıyor şeklinde özetliyor. Bu noktadan hareketle ortaya çıkan, içerik miktarını ve vurgusunu arttırma konusu, beklenen karşılığın alınabilmesi ve halihazırda Yahoo, Google, Amazon, Hulu gibileri tarafından – pek başarılı sonuçlanmayan biçimde – denenmiş olan girişimlerle boy ölçüşebilir daha doğrusu onların yapamadığını yapabilir hale gelinebilmesi için, sunulacak olan içeriğin, kitlede karşılık bulmasını ve yeni aboneleri getirmesini zorunlu kılıyor. Yani verilen kararın ötesinde, şirketin yaptığı atılımın ve yatırımın karşılığını alamayıp, eski iş modelinden de olma gibi bir risk var çünkü içerik lisanslama ve dijital ortamda bunu yayınlama – streaming – durumunda yapılacak olan harcama ve yatırım, eski tür dvd alım ve dağıtım işinden çok daha büyük. Lisans ve fiyatlandırma konusunda da fazlasıyla baskı altında olduklarını tüm bu durumun üstüne sos olarak koyduğumuzda, geriye Netflix’in elinde, orijinal programcılık ve içerik sunumundan başka kendini ayrıştırıcı ve öne çıkarıcı yöntem kalmıyor. Ve şirket, üye sayılarının yükselen lisans ücretlerini karşılayabilecek kadar artmasını beklemekle, riskli ve cesur bir hamleyle izleyici kitlesine uygun, orijinal içerik sunup bunun karşılık bulmasını ummak arasında kalıyor ve Netflix’i dönüştürüp bugünlere getirecek olan ikinci kararı veriyor. Ve Kevin Spacey’li, David Fincher’lı, House of Cards için, iki sezonluk ve yaklaşık 100 milyon dolarlık bir anlaşma yapıyor. Bununla da yetinmeyen Netflix, aynı ölçüde riskli ama sonrasında ‘binge’ kavramının yükselişine sebep olacak ve eğlence dünyasını dönüştürecek olan, tüm bölümleri aynı anda yayına sunma kararını alıyor.
Peki, ne olabilir Netflix’in aldığı bu bıçak sırtı kararın ve bu karar neticesinde girdiği yolun, eğlence ve içerik tüketimi konusunda küçük bir devrime sebep olacak kadar karşılık bulmasının sebepleri?
Başta riskli de olsa, yeniliğin ve yeni olanın izleyici gözündeki itibarı ve gücü
Orijinal içerik kalitesinin yüksekliği. Netflix’in öncülüğünü ettiği, toplu halde orijinal içerik sunumundan oluşan yeni nesil dizi ve program yayıncılığının öne çıkmasının en önemli sebeplerinden biri olarak, başından beri, kaliteli isimlerle, çizgi dışı ve kalbur üstü içerikler üretmesi gösterilebilir. Öyle ki Netflix’in yarattığı fırtınanın etkisiyle Woody Allen gibi bir ismin Amazon ile dizi sözleşmesi yaptığını, Showtime’ın David Lynch ile kült dizisi Twin Peaks’in dönüşü için anlaştığını görebiliyoruz.
Tüm yaratıcı gücü kendi ellerine alabilmeleri ve istedikleri ve kullanıcı kitlesi tarafından talep edildiği gibi üretim yapabilmeleri
Özellikle belli bir yaş aralığında bulunan yeni izleyici kitlesinin, büyük ölçüde internetle birlikte elde ettiği, fazlaca eğlence içeriğine kolay erişim imkanının ve izlenmek istenenin yalnızca yayınlanan saatte izlenebilme durumunun ortadan kalkışının, eski tip periyodik dizi ya da program izleme alışkanlıklarını ortadan kaldırması… Artık herkes ne zaman isterse o zaman izlemek istiyor ve beklemek istemiyor.
Bu yeni alışkanlıklarla yoğrulmuş izleyici kitlesinin, ertelemelerle, bölüm beklemelerle, kısacası içerik tüketimi deneyimini kırılmaya uğratacak herhangi bir durumla karşılaşmak istememesi
Kullanıcının problemlerini iyi okuyan ve bununla ilgili adımı, büyük riskleri de alarak ve içeriğin kalitesine önem vererek atan Netflix, oynadığı kumarı kazandı ve bu modelin işe yaradığını ve orijinalliğe, hedef kitlenin isteklerine ve tüketim noktasındaki kontrolü onun ellerine bırakıp, ne zaman, ne kadar, ne şekilde tüketmek isterse öyle yapmasına imkan veren içerik sunum sisteminin belki de geleceğin temel yayıncılık yöntemini ve kültürünü oluşturacağını göstermiş oldu. House of Cards fırtınasını yeni diziler, programlar, kazanılan ödüller ve büyük bir marka bilinirliği ve ‘onlar yaptıysa iyidir’ dedirten bir kalite algısı takip etti. Ve bunlar, vites yükselterek sürüyor.
Peki içerik sunumunun dönüşümünü temel alan bu meseleyle ilgili Türkiye hangi noktada?
Netflix’in Türkiye pazarına girmeyi düşünüp, vazgeçmesine bakarak, bu konuda pek ileri – daha doğrusu uyum sağlayabilmiş – olduğumuz söylenemez sanırım. Netflix’in Türkiye’de olmama kararıyla ilgili, sansürün ve keyfi uygulamaların sebep olarak gösterildiği haberlere rastlamak mümkün. Sebep ne olursa olsun, dizi süreleri, reklamsız ve temiz yayın – bu konuda öne çıkan kimi kanallardan şu yazıda söz etmiştim – gibi durumlar düşünüldüğünde, orijinal içerik üretimi şöyle dursun, var olan içeriğin bu kalitede ve yöntemde sunulması bile pek mümkün görünmüyor.
Kaliteli ve başka yerde bulunmayan orijinal içerik üretiminin korsanla mücadeleye katkısı da düşünüldüğünde, bu konuda büyük fırsatlar kaçırıldığı muhakkak.