Bu makale, 37 Signals'ın tarihçesine adanacak bir methiyeden çok, kendilerini yaklaşık 9 yıldır sıkı sıkıya takip eden bir kullanıcı/okuyucu olarak, üretkenliklerinin çekiciliğinin sebebiyle ilgili.
Tanımayanlar için kısa bir ön bilgilendirme vermek gerekirse, 37 Signals 1998 yılında kurulmuş bir dijital tasarım stüdyosudur. O günden bugüne üretkenlik konusunda “benim” diyenlerin bile tırnaklarını yemesine sebebiyet verecek kadar “iş” üretmiş bir firmadır. Lakin bu blog post 37 Signals’ın tarihçesine adanacak bir methiyeden çok, kendilerini yaklaşık 9 yıldır sıkı sıkıya takip eden bir kullanıcı/okuyucu olarak, üretkenliklerinin çekiciliğinin sebebiyle ilgili olacak.
Öncelikle, bugün Twitter’ıma düşen bir bağlantı sayesinde hatırladığım şu Signal vs Noise (37 Signals’ın şirket blogu) blog post’unu okumanızı rica ederim.
Bu içerik ücretsiz!
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç. Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Blog post’u okuduktan sonra farklı disipliner yapıların farklı sonuçlar çıkarabileceğine ve hatta kendi fikirlerini harareti yüksek bir tonlama ile savunabileceğinden eminim. Emin olduğum diğer bir konu ise bu sonuçla hiç ilgilenmediğim.
Dönem dönem, özellikle anti-37 Signals yaklaşımları içeren okumalar yaptığımda 37 Signals’ın iş modelinin rasyonelleri hakkında şüphelerim oluşmuş olsa da değiştiremediğim ve hatta dokunmaya bile çekindiğim tek sabit fikrim bu adamların, kurucusu olduğum işletme tipindeki (9-30 kişilik KOBI gamındaki dijital danışmanlık & yaratıcı çözüm sağlayıcıları) oluşumlar için asla çiğnenmemesi gereken bir kuralın fanatik savunucuları olmalarıdır. 37 Signals kendi iş modeli dahil olmak üzere, e-iş ortamındaki tüm dinamiklerin sürekli bir değişim içerisinde olduğunun bilincinde olarak, üretkenliğin önündeki tüm bariyerlerin bahanelerden ibaret olduğunu iddia etmekte ve bu çıkarımını yeri geldiğinde iğneleyici bir şekilde ifade etmekteyken, Y jenerasyonu hastalığı olarak kabul görmüş “kinizm” in tuzağına düşmeden, eleştirilerini bana her defasında “Evet abi evet işte bu” dedirtecek basitlikteki çözümlere bağlı (bu tamamen bana ait atmasyon bir tanım olsa da) business model plug-in’leri yaratarak doğrulamaktadır.
37 Signals’ı, dijital bir tasarım stüdyosu iken var olan tüm SaaS modelli proje yönetim yazılımlarının aksine tamamen iletişim üzerine kurulu bir efsane olan Basecamp’i yaratabilmiş, yine genel görüşün aksine yazılım ekibini coşkulu bir IK atağıyla sayıca artırmamış, ürününün temeline “mühendisliği” değil “hizmet kalitesi”ni koyabilmiş, kendi komünü ile durmaksızın ve üşenmeksizin iletişimde kalmış, bu arada iki kitap yayınlamış ve üretkenliğini kullanıcılarının ihtiyacı olduğunu düşündüğün birçok yeni ürünle pekiştirmiş bir hiperaktif insanlar topluluğu olarak tanımlamak mümkün. Peki bu üretkenliğin neresi dijital stüdyolara çok ama çok çekici geliyor?
İster dijital ajans, ister dijital stüdyo; kendimizi nasıl adlandırırsak adlandıralım, bizler aslında “iletişim alanında danışmanlık” hizmeti sağlıyoruz. Bazılarımız bu hizmeti, şirket içerisinde yer verdiği üretim kaynakları olan grafik ve yazılım hizmetleri ile pekiştiriyor, bazılarımız ise sadece stratejik yaklaşım danışmanlığı ve müşteri hizmetleri sunarak hareket ediyor. Buraya kadar güzel; peki neden sürekli şikayet ediyoruz? Haklı olduğumuza kesin emin olduğum konuları bir tarafa koyarsam, şikayetlerin temelinde “hizmetini dilediği gibi sunamamak” şeklinde özetlenebilecek bir serzeniş yer alıyor. Örneklemek gerekirse; “dilediğim fiyata satamıyorum”, “dilediğim şartlarda hizmet sağlayamıyorum” ya da “dilediğim gibi algılanamıyorum” un dile pelesenk olanlar olarak ilk üçte yer alacaklarını düşünüyorum.
Yukarıdaki bağlantısını paylaşmış olduğum blog post ile 37 Signals’çılar 2009 yılında, şirket değerleme kültürünün neredeyse internet üzerinde iş yapan her girişimcinin kendisine damarlarında akan kandan daha yakın 🙂 hissettiği “çıkış yolu tabelası” için yine bambaşka bir perspektif getirmişti. Yazının içeriğindeki aritmetik sihirbazlığını bir tarafa koyarsak, iş modelinin başarısız olduğunu dahi göremeyerek batan birçok e-girişimciye “anayasa” olması gereken bir kanunun varlığının beni bu yazıyı yazmaya ittiğini belirtmem gerekir.
Eğer “bilindik şekillerle”;
kendinizi ifade etmekte zorlanıyorsanız,
büyümek istemiyorsanız,
pazarınızı genişletemiyorsanız,
satış & satış sonrası süreçlerinizi düzenleyemiyorsanız,
IK sorunlarınızı çözemiyorsanız,
gerçekten yapmak istedikleriniz için çalışacağınız o ideal dünya ile size dayatılanları yapıyor olduğunuz reel dünya arasında tost oluyorsanız
37 Signals’ın Signal vs Noise blog‘unu baştan sona okuyun. Ne ara yazma fırsatı bulduklarını bile bilmediğim Rework ile yeni çıkan Remote’u okuyun ve sonrasında kendinize şu soruyu lütfen sorun:
“Onlar kadar üretken olmamın önündeki tek engel, ben değil miyim?”
Hiçbir dijital ajans, dayatmayla kurulmaz. Hiçbir dijital ajans da zekice hazırlanmış bir iş planını yürüttüğü için batmaz. Sızlandığımız, şikayet ettiğimiz ve değişmesi için kolumuzu dahi kıpırdatmadığımız bataklık sendromlarından ibaret durumun mimarları, bizleriz. Bunu kabul ettiğimiz gün, değişimin başladığı gündür.
Ve eğer ki istek varsa, o vakit mutlaka izlenecek bir de yol olacaktır.
Kendi yolunuzu bir an önce bulabilmeniz dileğiyle.