Profesyonel yaşamının yanı sıra Didem’in STK’larda aktif olması, Türkiye’de 1999 yılında gerçekleşen büyük depremle ateşlenmiş. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın (TEGV) kurucularından ve yönetim kurulu üyesi. Kendisine bir modernleşme hedefi koyarak işletme ve fon toplama modellerini geliştirmiş. Hedeflediği şey ise, Türkler’den ve hem Türkiye’deki hem de yurt dışındaki diğer paydaşlardan yeterli fon toplayarak 5 sene içinde 1 milyon çocuğa hizmet edebilmek. Kampanya sadece TEGV için değil, STK’ların profilini yukarıya taşımak açısından da büyük başarıya ulaşmış. Bilmiyorum bu “gönüllü olma” özelliği ABD’de büyümüş olmasından mı kaynaklanıyor ama benim deneyimlerimde gözlediğim, Türkiye’de kendini adamış gönüllüler açısından ciddi bir eksiklik var, ki bu gelişmiş batı ülkelerinde artık bir norm. Bunu CoderDojo’da her gün görüyoruz. Didem, kurumsal sosyal sorumluluk ajandası olan güçlerle yapılacak işbirlikleriyle gerçekleşen sivil toplum hareketlerinin arkasında büyük potansiyel görmüş ve bu içgörü, kendisinin gelecek 20 ve daha fazla yıl için sahip olduğu kariyer planında da bir yere sahip.
TEGV’den sonra inkübasyon ve melek yatırım aktivitelerine de yer vermek amacıyla ECOM Consulting & Project Finance adında bir danışmanlık firması kurmuş ve bu şirket hızlıca evrimleşerek DDB ile ortaklığa ulaşan bir kurumsal sosyal sorumluluk danışmanlık şirketine dönüşmüş. Bu deneyim, onun girişimcilik yetkinliklerini geliştirmesini ve bugün girişimcilerin her gün yüzleştiği sorunlara göğüs germesini sağlamış.
Bulundukları binadan dışarı hiç çıkmadan girişimcilik öğreten akademisyenlerle bir problemim olduğunu eklemeliyim. Yürüdükleri tek profesyonel yol üniversite. İlk kısa filmimi yaptığımda baş aktör bendim, aksi takdirde oyunculuğun ne olduğunu bilmeden yönetmen olmam mümkün değildi çünkü. Suyun sıcaklığı ya da soğukluğu hakkında ancak içine girdiğinizde bilgi sahibi olabilirsiniz. Seferihisar’daki suyun Balıklıova’daki sudan daha iyi olduğunu anlamamı sağlayan şey buydu (bunu haritadan bakarak anlayabilirsiniz).
Endeavor aslında Latin Amerika’da, Didem’in ABD’den okul arkadaşları tarafından kurulmuş. Hatta ağabeyi Timur bir dönem New York’taki Endeavor Global ofisinde çalışmış ve bu noktada Türkiye ilgileri ve zamanlamayı konuşmuşlar. Endeavor Türkiye resmi olarak 2006 tarihinde kurulmuş olsa da Didem iş topluluklarıyla girişimciliğin önemi konusunda iletişime bundan yıllarca önce başlamış. 2005 yılında, nihayet lider şirketlerin C-level yöneticilerini, — genç girişimcilere mentorluk ve networking konusunda destek olunduğunda ortaya çıkacak potansiyele vurgu yaparak — girişimciliğin sosyal ve ekonomik faydaları ile yeni bir itici güce olan ihtiyaç konusunda ikna etmeyi başarmış. Bu biraz zaman almış ama Didem, girişimcileri desteklemek ve ekosistemi inşa etmek konusunda kurumsal liderlere olan ihtiyacı herkesin anladığından emin olana dek devam etmek konusunda azim göstermiş.
1995 ve 2005 yılları arasında birçok AR-GE projesinin devlet yardım ve teşvikleriyle su yüzüne çıktığına tanık olmuş. Fakat bu projelerin çoğunun pazara çıkmamış olması gerçekten şaşırtıcı. Bu dönemde mobil ve internet alt yapısının gelişmekte olduğunu belirtmekte fayda var. Bu noktada Endeavor bir fark yaratabilmiş. Doğan, Fiba, Koç, Sabancı ve Tahincioğlu holdinglerinin C-level yöneticilerinin desteği ve liderliğiyle mentorluk yapabilecek, ana paydaşlarla iletişimi sağlayabilecek ve network’lerine erişmelerini sağlayabilecek bir grup insanla bir araya gelmiş. Bilginin paylaşılması, tutulmasından daha önemli ve güzel. Bu yüksek potansiyelden söz etmişken, — buna Endeavor lingosunda “yüksek etki” deniyor — bu sadece Türkiye ile sınırlı değil, aynı zamanda dış pazarı da kapsıyor. Sonuç olarak “yüksek etkili” girişimcilik, bir kurucu ya da bir çalışan olarak geçerli ve saygın bir kariyer seçimi. Yüksek profilli iş gücünü çekmek ise daha iyi ve daha hızlı bir süreci mümkün kılıyor. Sonunda, yatırımcıları çeken ve büyüme potansiyeli olan — ve umarım bir gün satabileceğiniz — bilgili ve değerli bir şirket yaratmış oluyorsunuz. Benim görüşüme göre, başarılı bir girişimci yüksek fiyata satar fakat eminim ki aile şirketleri bunu savunduğum için bana kızacaktır.
Bu sektörde 10 yıl deneyim sonunda kendinizi mutlaka eğitimler organize ederken bulursunuz. Başta da söylediğim gibi, çok az okul ve üniversite bugünün ihtiyaçlarını karşılayabilecek seviyede eğitim sunuyor. Bu nedenle, Endeavor ekosistemi inşa etmeye yardımcı olmak amacıyla Global Girişimcilik Haftası, Melek Yatırımcı Atölyeleri ve son olarak CaseCampus gibi insiyatifler başlattı. Endeavor girişimcileri Endeavor Atölye adı verilen ve topluluk önünde konuşma, marka tasarımında “mindfullness”, organizasyonel strateji gibi konuları ele almanın yanı sıra, Harvard, Stanford ve Ernst&Young gibi lider organizasyonların sunduğu global partnerlik programlarını da kapsayan özel workshop’lardan da faydalanabiliyor. Mentorluk burada anahtar rol oynuyor ve Didem, mentorların doldurduğu şu 3 boşluğun altını çiziyor: “Bilmiyorum”, “Bilmediğimi bilmiyorum” ve “Biliyorum ama hâlâ öğrenecek çok şey var”. Elbette iş modeli kanvası da öğretiliyor ve tartışılıyor. İş modelinizin farklı yönlerini onaylamak hâlâ en iyi yol. Didem’le özellikle daha önce bir iş deneyimi olmayan genç kurucuların yönetim becerilerindeki eksikliklerden de söz ettik. Açık ve net ki, Endeavor her biri deneyimli profesyoneller olan 200’den fazla mentor ve yatırımcıdan oluşan ağının da sayesinde bu konularda çok büyük katkı sağlayabilir.
Didem geri dönüp son yıllardaki girişimciliğe baktığında, jenerasyonlar arasında iletişimin iyi olmadığı aile şirketlerini görüyor. 80’lerde ve 90’larda, herhangi bir katma değer sunmayan tüccarlar ve distribütörler vardı. Tekstil üretimimiz iyiydi fakat bunun iyi bir iş fikri olduğunu düşünen birçok firma kuruldu ve sonunda artık sadece, AR-GE ve inovasyondan yoksun, ucuz üretimden ibaret bir sektöre dönüştü, oysa orada hâlâ potansiyel var. Türkiye’yi de kapsayan MENA bölgesi, yeni şeylere açık ve genç nüfusu da kapsayan 600 milyonluk devasa bir alan, üstelik bu bölgede akıllı insanlar, guru’lar ve oyunu değiştiren insanlar var. Eksik olan şey ise global bakış açısı, konfor bölgesinden çıkma cesareti ve devasa bir yerel pazar. Didem’e göre buna ulaşmanın yolu uluslararası bir takıma sahip olmak. Çeşitlilik sayesinde sadece Türk kültürünü değil, tüm kültürleri birleştirmek anahtar; İngilizce de konuşabiliyorsanız dev gibi bir dünyanın kapılarını aralayabilirsiniz.
Türkiye’deki yerli yatırımcı sahnesi ise pek büyük sayılmaz. 20 melek yatırımcı ve 15 risk sermayesi aktif ama çoğu oldukça tutucu ve küçük destekler sunuyor. Girişimcilerin %90’ını oluşturan öğrenciler ise desteklere bel bağlamış durumda ve ürün-pazar uyumu ve satış odaklı hareket ediyorlar. Dikkate değer bir profesyonel geçmişi olanlar ise bu bütünün %10’unu oluşturuyor ve bu grup kaybetmekten ve egolarının zedelenmesinden oldukça korkuyor. Endeavor daha fazla özfarkındalık yaratarak bu konuda çözüm sunmak istiyor. Didem’e göre bilim tabanlı startup’lar için büyük bir potansiyel var, fakat nasıl oluyorsa bu Türkiye’de bir türlü gerçekleşemiyor ve bunu, gerçek hayattan fikirler bulma yetkinliğindeki eksikliğe bağlıyor; kendi hikayelerini tutkuyla anlatan ve diğerlerine ilham veren iyi rol modellerinin eksikliği de cabası.
Endeavor’un ayrıca, Catalyst adında etkili bir yatırım aracı daha var ve Endeavor girişimcileri bu araçtan, 5 milyon dolar yatırım turlarında, %10’a (ve hatta eğer ki turda bir de kurumsal yatırımcı varsa daha fazlasına) kadar faydalanabiliyorlar. Bu fon, yatırımcı yükünün %50-80’inin — Endeavor sürdürülebilirlik modeli gereği, Endeavor aktivitelerinde harcanmak üzere — Endeavor’a geri döndürüldüğü standart fon setinin dışında tutuluyor. Catalyst, 2016 Nisan itibarıyla 5’i Airties, iyzico, Lidyana, Peakgames ve Yemeksepeti olmak üzere Türkiye’den olan, toplam 14 ülkeden 34 Endeavor girişimcisine yatırım yapmış durumda.
Söyleşilerimi başarının kişisel ve profesyonel açıdan ne anlama geldiği üzerine konuşarak bitirmeyi seviyorum. Odaya ilk girdiğimde zaten güzel şeyler düşünmüştüm, zira Didem oldukça optimist ve mutlu görünen biri. Yaptığı şeyi çok seviyor. Kişisel ve profesyonel başarı indikatörlerinin bu kadar tutarlı olmasına şaşmamalı. Yolculuğunda en önemli etken olarak “başarı” sözcüğünü değil “mutluluk” sözcüğünü kullanmayı tercih ediyor. Takımında sadece insanları etkilemek için büyüme ihtiyacı duymayan, 12-14 kişinin olmasından memnun. Üyelerin sayısı ise artıyor — şimdilik 200 — fakat bu kontrollü bir artış. Bu gülümsemenin ardında müthiş bir zekâ da var. Didem bu konuda konuşurken KPI’lardan söz etti ve bu ilgi çekici. Konuşmanın kolay olduğunu, gelişmek için ise ölçmek gerektiğini savunuyor. Kişisel ve profesyonel başarıyı birbirine uyumlandıran bir insan. Nadir bulunan bir hoşluk.
*Bu röportajın İngilizce orijinali 9 Kasım 2016’da yayınlanmıştır.