İzmir doğumlu olan Çağlar, hayatı boyunca Türkiye, İngiltere ve ABD’de eğitim almış. Sırasıyla New York Üniversitesi ve Harvard Business School’dan aldığı 2 adet yüksek lisans derecesi bulunuyor. İlki Küresel finans, ikincisi de İşletme üzerine. Londra Üniversitesi bünyesindeki King’s College’da da Uluslararası Yönetim eğitimi var.
1999 yılında Lehman Brothers ile “öylesine” yaptığı bir iş görüşmesi sırasında kendisine sorulan “Parayı arzuluyor musun?” sorusuna “Hayır, başarıyı arzuluyorum” cevabını verince, mezun olur olmaz Wall Street’te çalışmaya başlamış. Chicago’da aldığı başlangıç eğitiminin ardından, New York’da alım-satım katında kıdemsiz borsa simsarı olarak işe alınmış. 1999 yılı şartlarını düşününce, Lehman Brothers ile çalışmak çok ama çok havalı bir durumdu tabii. 11 Eylül saldırısının ardından Londra’ya taşınan Çağlar, aynı şirketin aynı bölümünde işini sürdürmüş. 2006 yılında Risk Magazine tarafından “30 yaşın altındaki 30 en iyi borsa simsarı”ndan biri olarak seçilmiş. Lehman Brothers’ın 2008 yılındaki iflasının ardından aracılığa yönelmiş ve Amerikalı bir aracılık şirketinde Gelişmekte Olan Piyasalar için baş aracı konumunda kariyerine devam etmiş. 4 yılın ardından dünyanın en büyük ikinci aracı şirketi Tullet Prebon tarafından işe alınan Çağlar, Gelişmekte Olan Piyasalar Direktörü olarak Doğu Avrupa, Rusya, Türkiye, Orta Doğu ve Afrika bölgelerinin tamamındaki mali piyasalardan sorumlu hale gelmiş.
Bir sabah uyandığında kendi kendine “artık bitti” demiş. Özetle, hedeflerin git gide imkansız hale gelmeye başlamasıyla birlikte artık daha fazla aracılık yapmak istemediğine karar vermiş. Artık onun için bu defter orada kapanmış. Ancak tabii belli bir uzmanlığa erişince, defteri kapatıp önüne bakması neredeyse 8 ayını almış.
İlginçtir ki, burada işi biter bitmez hemen kendi girişimi üzerine çalışmaya başlamış. Pepsico marka yöneticisi Gizem Oral ile ortaklığa giden Çağlar, ikisinin de İngiltere’deyken kullandığı bir hizmet olan Gourmet Society konseptinin Türkiye’de de çalışacağını düşünüp kolları sıvamışlar.
GastroClub, 80.000 TL başlangıç yatırımı ile böylece Türkiye’de başlamış ve geçen 18 ayın ardından BIC Angels tarafından 175.000 ABD doları tutarındaki yatırımla daha da büyümüş. Bu süre zarfında GastroClub B2B iş modelinden, B2C ve B2B2C modellerine yönelmiş. Çağlar da bir yandan kişisel yatırımlarına devam ederek, 3 yılda Türkiye ve İngiltere’de 4’er adet girişime 1 milyon TL civarında bir yatırım yapmış.
Yatırım yaptığı girişimler de şöyle: Doktorderki, Alquity Yatırım Yönetimi, Zero Carbon Growing Underground, Temizlikyolda.com, Grind & Co, London Union, Prisync ve HızlıÇeviri.
Bir ya da iki girişime büyük yatırımlar yapmaktansa, portföyünü ufak ufak bir çok girişim ile zenginleştirmeyi seçiyor, böylelikle aldığı riski de dağıtmış oluyor. Borsacı olduğundan bahsetmiştim değil mi? Ona göre takım, işin anahtarı. Hatta öyle ki bazen fikrin kendisinden bile önemli. İlk tercihi her zaman Londra, çünkü orada girişimler için daha yüksek değerlemeler olduğunu söylüyor. Seçtiği girişimler de birbirinden farklı. Türkiye’de odağın e-ticaret olduğundan, İngiltere’de ise teknoloji girişimlerinin sürüye liderlik ettiğinden bahsediyor. Türkiye’de sonunda FinTech alanında da bir gelişim gördüğünden ve bunun kendisini mutlu ettiğinden de söz ediyor.
Türkiye girişimcilik ekosisteminin biraz sıkıcı olduğunu düşünüyor. Ekosistemin tamamına yayılan inanılmaz bir bilgisizlik katmanından yakınıyor. En çok canını sıkan noktalar ise Ar&Ge’nin neredeyse sıfır oluşu ve bir çok girişimin kifayetsiz takımlardan oluşması gibi konular. Türkiye’de eğitim sisteminin, ABD ve İngiltere ile kıyaslandığında çok gerilerde kalması da ona göre büyük bir sorun: “Biz, problem çözmek yerine, onları görmezden gelerek etrafından dolanmayı tercih ediyoruz” diye özetliyor durumu. En küçük çocukların genellikle başarısız olmasının ardında yatan nedenin de, her zaman onların yardımına koşmaya hazır anne babalar olduğunun da altını çiziyor. Türkiye’deki girişimcilik ağları ve melek yatırımcılar da, Çağlar’ın mutsuzluk kaynaklarından ikisi. Melek yatırımcıların %80’inin kıdemli mali yöneticiler olduğu Londra’ya kıyasla, Türkiye’de bunun çok kısıtlı olduğunu, hatta finans sektöründe bir geçmişi olanların toplamının bir elin parmaklarını geçmediğini de ekliyor. Türkiye yatırımcı ekosisteminin halihazırda girişimci olan kişilerin hakimiyetinde olduğunu ve ne yazık ki startup yaratmaya çalışan gençlere yanlış rehberlik edildiği, hatalı yönlendirmelerde bulunulduğunun da yakınıyor. Diğer yandan, BIC Angels’ın bir parçası olan Joachim’in yaklaşımından çok memnun olduğunu da söylemeden edemiyor. Detaylara ve kurallara verdiği önemin onu geri kalanlardan farklı kıldığını söylüyor. Çalışma şeklini “Tam bir Alman tarzı” olarak tanımlıyor. Çağlar’ın hem ekosistemin gelişmesine hem de kendi yatırımlarına yönelik tutkusu gerçekten takdire şayan. İki dünyada da bilfiil bulunduğu için, kendi konumu da neredeyse eşsiz.
Londra’da hala bir evi var. Türkiye’de ise bir ev almamaya kararlı, çünkü kalbinin hala Londra’ya ait olduğunu söylüyor, ancak işleri burada yoluna koymak için de oldukça çok çaba harcıyor. Bu yaklaşımı bana Jim Collins’in 2001 yılında yazdığı Good to Great kitabını anımsatıyor. Collins kitabında bir çarktan bahseder: “Büyükçe ve oldukça ağır bir çark hayal edin. Yatay şekilde bir eksene oturtulmuş masif, metal bir disk. 30 metre çapında, 3 metre kalınlığında ve 25 ton ağırlığında. Bu çark sizin şirketiniz olsun, göreviniz ise bunu olabildiğince hızlı çevirmek, çünkü size üstün nitelikli ekonomik sonuçları sağlayacak olan ivmedir, yani kütle çarpı hız.” Hala bu bu büyük çarka bakıp, dönmesini sağlamak için ona nasıl ivme kazandıracağımızı çözmeye çalıştığımızı düşünüyorum. Bunun için birden fazla Çağlar’a ihtiyacımız olduğu ise bana kalırsa su götürmez bir gerçek. Bize düşen ise, bu ivmeyi yaratabilecek yeterlilikteki insanları bir araya getirmek olmalı.
Çağlar’a göre Türkiye’nin en büyük eksikleri profesyonel yaklaşımın eksikliği, girişimlere rehberlik edecek insanların azlığı ve bir raporlama sisteminin neredeyse hiç olmaması. Bütün bunlara rağmen örnek olabilecek çıkışlar ve Peak Games gibi yurtdışında başarı yakalayan örnekler bulunuyor. Çağlar, her ne kadar Türkiye’nin çok yüksek potansiyel barındıran büyük bir ülke olduğuna inansa da; siyasi belirsizlikler, dil bariyeri, gittikçe zayıflayan para birimi ve uluslararası bağlantıların zayıflığı gibi bir çok olumsuz nokta, hem melek yatırımcılar hem de girişimler için tehlike oluşturduğu düşüncesinde. Bir çok sektörde görülebilen ucu açık ve belirsiz yönetmeliklerin yarattığı sorunlar da göz ardı edilemeyecek derecede önemli ve bir çok yatırımcı için masadan kalkma sebebi. Bu şu ana kadar gerçekleştirdiğim sekizince röportaj ve maalesef aynı konular her defasında tekrar su yüzüne çıkıyor. Doğru insanların bu yazıyı okuyarak doğru adımlar atmalarını ummaktan başka yapabilecek çok bir şeyimiz de yok bu noktada.
Çağlar’ın parmak bastığı bir diğer nokta ise girişimcilerin yaş ortalamaları: Bu rakam ABD ve İngiltere’de 38 iken, Türkiye’deki genel kanı 19 olduğu yönünde! 30 yaşından önce zengin ve başarılı olarak emeklilik hayali kurma yanılgısı ile çalışan insanların sayısı azımsanamayacak derecede çok. Çağlar’a göre zaten prematüre olan ekosistem, bu basmakalıp bakış açısı sebebiyle neredeyse başarısızlığa mahkum ediliyor.
Yurtdışında geçirdiği 15 senenin ardında Çağlar’ın ülkesinde bir şeyler yapmaya çabalamasını görmek umut verici bir manzara. Kişisel başarısı, iş hayatına da yansıyor. Yaptığı işten tatmin olan bir yapısı var, eşi ve çocuğu da olmadığı için odak noktası sadece işi. Çok katı kurallar çerçevesinde iş yapmak ne demek, çok iyi biliyor. Şu anki uğraşları ise ona büyük bir özgürlük sağlıyor. Aşırı planlı bir hayattan, tamamen kendi kontrolünde olan bir yaşam tarzına yakın zamanda geçen Çağlar, 5-6 sene öncesine göre çok daha mutlu görünüyor.
Röportajın sonunda dürüstçe şunu söylüyor: Londra’ya ayak bastığında evindeymiş gibi, İstanbul’a geldiğinde ise bok gibi hissediyor. Daha önce duymadığım bir şey değil… Çağlar İzmirli ve yakın zamanda Londra – İzmir arası, her ikisinde de kendisini evinde hissedebileceği bir düzene geçerse hiç şaşırmam. Türkiyeliler için yurttaşlık oldukça güçlü bir bağ, ancak bana kalırsa insan nerede mutlu ise, orada yaşamalı, çalışmalı. Çarkı döndüren de tam olarak bu: Mutluluk.
Bu röportajın İngilizce orijinali 23 Ocak 2017’de yayınlanmıştır.