Çektiğiniz fotoğrafların ne kadarını hatırlıyorsunuz?
Bilgi akışının sonsuz, erişimimizin ise hiç olmadığı kadar kolay olduğu çağımızın başrol oyuncusu beynimiz, kısacık bir süredir hayatımızda olan internet sebebiyle değişimler geçiriyor: Artık bilgiyi değil, ona ulaşma yolunu hatırlıyoruz.
Yaşadığımız dünya içinde çok fazla bilgi var ve her gün yeni yüzlercesine maruz kalıyoruz. İnsanın bilgi depolama konusundaki eğilimi, genelde ileride ne kadar fayda sağlayabileceğine göre değişiyor ve bu bilgilerin hepsi tabii ki beynimizde hemen yer edemiyor. Unutup hatırlamaya çalıştıklarımız üzerinde ise sürekli en iyi tahmin ile bahse girip, bazı durumlarda ikisi arasında takas yapmak zorunda kalıyoruz.Tıpkı hatırlamak istediklerimizi tüm detayları ile hafızada tutmak yerine, onlar hakkında edindiğimiz genel geçer bilgiyi saklamayı tercih etmemiz gibi. İndirgenemez detayların çok olduğu durumlarda ise, öne çıkan öğeleri seçip geri kalanını atarız. Aşırı bilgi yüklemesine maruz kaldığımız bu gibi durumlarda, kaydedilmesi uygun görülenler, konu hakkında genel bilginin yanında eksik detayları doldurmak veya tetiklemek için seçtiğimiz öğelerdir.
Bir bilgiyi doğru bir şekilde hatırlamak için kritik öneme sahip olan 3 şeye ihtiyaç duyarız:
Bilginin doğru okunup genelleştirme noktalarının doğru belirlenmesi,
Bu 3 nokta bize, hatırlamak istediğimiz bilgiler hakkında noktaları doğru birleştirip boşlukları daha başarılı şekilde doldurma şansı verir. Fakat bilginin nasıl deneyimlendiği — bilgiye maruz kalındığı sırada çevrede olup bitenler, sunuş şekli ve tekrar ulaşmak istenildiğinde nasıl bir yol izlenmesi gerektiği gibi durumlar, hafızadaki saklanma şeklini de etkiler. Bilginin kendisi ve hafızadaki hali arasındaki fark da, bilgiyi ilk olarak nasıl okuduğumuza ve saklanma şekline göre değişiklik gösterir.
Bu içerik ücretsiz!
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç. Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Günümüzde bilgiye erişim şeklimiz, tarihin hiçbir anında olmadığı kadar kolay ve hızlı. Bilgiye ulaşmak, teknolojinin bize kattığı bir çok kolaylık ve erişilebilirlik sayesinde birkaç parmak hareketi kadar kolay hale geldi. İnternet ve arama motorları sayesinde merak ettiğiniz bir konu hakkında sayısız makaleye erişebilir, dilinizin ucuna gelen ama hatırlayamadığınız aktörün ilkokul bilgilerine kadar öğrenebilir ya da en basiti, eski sınıf arkadaşınızın ne yaptığını Google’a birkaç saniyede sorabilirsiniz. Fakat bilgilerin sunulma şeklinin ve tekrar ulaşılmak istendiğinde izlenecek yolun değişiminin, bilginin hafızamızda edindiği yeri ve saklama yöntemlerini değiştirdiği artık âşikar. Hatta bilgiye erişimin çok kolaylaşması, hafızada yer etmemesine bile yol açar hale geldi. Basit bir örnekle anlatmak gerekirse, 90’lı yıllarda yakınımızdaki herkesin ev numarasını ve doğum günlerini aklımızda tutabilirken, günümüzde bu işi artık akıllı telefonlarımız üstlendiği için en yakınımızdaki kişilerin telefon numarasını dahi hatırlamakta zorluk çekeriz.
Bu noktada, bilginin ve hafızamızdaki işleniş şeklinin değişiminin adının konması gerekliliği ortaya çıktı: Dijital amnezi. “İnsanların ihtiyaç duydukları bilgiye dijital bir şekilde kolaylıkla ulaşabiliyor olduğuna inandığı anda hafızaya işlemeyip unutma eğiliminde olması” olarak tanımlanan bu yeni çağ semptomu, Kaspersky Lab’ın 2015 yılında yaptığı araştırmaya göre, katılımcıların yüzde 90’ında saptandı. Araştırmanın ayrıca katılımcıların yüzde 70’inden fazlasının çocuklarının telefon numaralarını bilmediğini ve yüzde 49’unun da partnerinin numarasını hatırlayamadığını ortaya koydu.
Telefonların evlerde sabit durduğu dönemde yetişen insanların, çevrelerindeki kişilerin o zamanki numarasını hatırlayabiliyor ancak güncel cep telefonu numaralarını bilemiyor oluşları, dijital amnezinin sınırlarını gösteren çok değerli bir bilgi. Akıllı telefonlarının “hatırlamak veya bilmek istedikleri hemen hemen her bilgiyi” içerdiğini belirten Avrupalı tüketicilerin oranının yüzde 34 olması, akıllı telefonların artık hafızanın bir uzantısı olarak kullanıldığını apaçık ortaya koyuyor. Google etkisi olarak da bilinen bu semptom ile, bir tık uzakta bir veri tabanında duran bilgilerin sadece “erişilip kullanıldığını, ancak hafızaya işlenmediğini” net bir şekilde söyleyebiliyoruz. Bu durumun kimseyi mutsuz etmediği de araştırmadan çıkan bir diğer sonuç.
Dijital amnezi, “Google etkisi” ismiyle ilk kez Betsy Sparrow tarafından 2011 yılında yayınladığı makalesinde tanımlanmış ve isimlendirilmiş. Bu çalışma sonucu ortaya çıkan 3 önemli sonuç vardır ise şöyle:
İnsanlara genel bilgi soruları sorulduğunda, sorunun cevabını biliyor olsalar bile, bilgisayardan kontrol etme eğilimindedirler. Bu durum, cevabı bilinmeyen veya görece zor olan bir soru sorulduğunda gözlemlenmiştir.
Edinilen yeni bilginin daha sonradan ulaşılabilir olduğunu görmek, insanlarda bilgiyi hatırlamama eğilimi yaratır. Buna ek olarak, bilgiyi hatırlamaya yönelik açık bir yönlendirmenin, anımsama aşamasına önemli bir etkisinin olmadığı ortaya çıkmıştır.
Eğer bilgi kaydedilmişse, insanların bilginin nereye kaydedildiğini ve nereden erişebileceğini hatırlaması, bilginin kendisinin hatırlanmasından daha olasıdır. Ek olarak, insanlar genellikle ya bilginin kendisini ya da bilgiye giden yolu hatırlama eğilimindedirler. İkisinin birlikte çalıştığı durumlar çok azdır. Bu etki, bilginin kendisinin, saklandığı konumdan daha akılda kalıcı olduğu durumlarda da gözlemlenir.
Sparrow, beynimizin internete ve bilgisayarlara, en az arkadaşlarımız ve ailemiz kadar güvendiğini söyler. Diğer bir deyişle, eskiden bilmediğimiz konularda danıştığımız kişilerle olan güven ilişkisinin bir benzerini şu anda internet ve bilgisayarlarla yaşıyoruz. Bilgiye erişimin çok kolaylaşması ve bilginin kendisindense bilgiye giden yolun anımsanması eğilimi, insanlarda “geçişken hafıza” (transactive memory) kullanımının artışına işaret ediyor. Geleneksel geçişken hafızaya göre “internette hangi bilgiye nasıl ulaşabiliriz?” sorusunun cevabı, sosyal çevremizde kimin neyi bildiğinin cevabını öğrenme süreciyle çok benzerdir. Bu benzerlik, insanların ve bilgisayarların birbirine bağlı sistemlere dönüşmeye başladığı görüşünün de yavaş yavaş öne sürülmesini sağlar.
Sparrow’a göre, arama motorlarına sahip bir dünyada hafızamızın nasıl çalıştığına dair daha iyi bir anlayış, her alanda öğretme ve öğrenme yöntemlerini kökten değiştirme potansiyeline sahip. Eğitim alanının başrol oyuncuları olan öğretmenler, profesörler veya doktorlar artık ezbere dayalı yöntemleri tümden arkada bırakarak, fikirlerin anlaşılması ve düşünme yöntemlerinin öğrencilere aktarılması konularına odaklanmalıdırlar. Benzer şekilde öğrenci rolündeki bireyler de ezber bilgileri es geçip, anlamaya yönelik sorular ve düşünme yöntemlerine odaklanabilirler.
Sonraki adım “Transhumanism” mi?
Teknolojiyi hafızamızın bir uzantısıymış gibi kullanmak, yani bir yandan yeni bilgileri, diğer yandan da kişisel bilgiler ve hatıralarımızı sürekli dijitale aktarmak, o bilgiler ile olan ilişkimizin de değişmesine sebep oluyor. 2003 yılında Fairfield Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma, fotoğraf çekmenin mekan veya çevre ile ilgili detaylara daha az odaklanmamıza yol açarak kişisel anılarımızı azalttığını ortaya koyuyor. Çalışmada katılımcılardan bir müzeyi gezmeleri istenmiş ve her bir objenin fotoğrafını çeken kişilerin, sadece gözlemleyen kişilere göre daha az detay hatırladıkları ortaya çıkmış. Araştırmayı yapan akademisyenlerden birisi olan Dr. Wimber’e göre, dünyaya sürekli akıllı telefonların lensinden bakmak içgüdüsel olarak anılarımızı saklamak için de onları kullanmamızı beraberinde getiriyor. Ancak bu şekilde hayatın kendisine ve detaylara daha az dikkat ediyor ve bunun sonucunda da hayatımıza dair olayları hatırlamakta güçlük çeker hale geliyoruz.
Yazar Nicholas Carr ise, insan hafızasının bilgisayar hafızası ile aynı olmadığını, öğrendiğimiz bir bilgi ile o bilgi hakkında ne hissettiğimiz arasında bağlantı kurduğumuzu ve bu bağlantının da kişisel bilgi ve birikimimizi oluşturduğunu belirtiyor. Eğer zihnimizde kurulan bağlantılar yeterince güçlü ve zengin değilse, ne yazık ki bu bilgi ve birikimi oluşturamıyoruz. Carr, hafızayı güçlendirmek ve bilgiyi söz konusu bu bağlantıları kurabilecek şekilde içselleştirebilmek için odaklanmanın ve dikkatliliğin çok önemli olduğunu ve ilk bağlantıların zaten ilk odaklanma sırasında kurulduğunu da ekliyor. Öte yandan, Google etkisi ile birleşen sürekli bilgi akışının, insana ve yaşadığı topluma negatif etkilerinin olduğunu da âşikar. Örneğin Microsoft’un yaptığı bir araştırma, ortalama insan dikkatinin 2000 senesinde 12 saniye iken, günümüzde 8 saniyeye kadar düştüğünü bize söylüyor.
Carr, düşüncelerimizin çoğunun yüzeyselleştiğinden ve bunun sadece bilişsel değil, aynı zamanda duygusal tarafta da yer aldığından bahsederken; zengin ve derin düşünmenin toplumun varlığı için gerekli bir özellik olduğunu hesaba katarak bu yüzeyselliğin yalnızca bireyin kendi hayatındaki zenginliği azaltmakla kalmadığını, uzun dönemde toplum yapısına da ciddi zararlar verecek kültürel bir sığlık yaratacağını savunuyor. Son olarak hatırlamanın ve düşünmenin ayrı süreçler olmadığını; daha fazla şey hatırlayıp, daha fazla materyal üzerinde çalıştığımızda ortaya çıkan fikirlerin de bir o kadar ilginç olacağını ekliyor.
Sonuç olarak
Dijital amnezi bir gerçektir fakat bir problem olmak zorunda değildir. Kaspersky Lab’ın araştırması, dijital cihazlara güvenin oluşması ile hafızada tutulması gereken işlerin de aynı güvenle dijitale aktarılabilmesinin olanaklı olduğunu gözler önüne seriyor. İnsanlar bu cihazları hafızalarının bir uzantısı olarak kullanıp belirli bir zihin alanını serbest bırakabilmekte ve günlük yaşamlarına daha konsantre bir şekilde devam etmektedirler. Fakat Dr. Maria Wimber, bu konuda başka bir tavsiyede bulunur: “Anılarınızı daha uzun süre yaşatmak için çevrimdışı vakit geçirmelisiniz.” Hayatımıza dair önemli detayların, çevrimiçi olarak ve akıllı telefonların kamerasında yaşanan deneyimlerle önemsizleştiği, birçok detayın bu dijitalleşme sebebiyle uzun süreli belleğe aktarılamadığının da altını çizer.
Nihayetinde, bilgi ve birikimi uzun süreli hafızaya işlemenin en iyi yolu, onlara yaşandığı anda hak ettikleri değeri vermek ve sonraki yıllarda onları besleyen duygularla tazelemekten geçiyor.