Alışveriş sepetiniz şu an boş
Tüm eğitimlere göz atarak ilgi duyduklarını sepetine ekleyebilirsin.
Alışveriş sepetiniz şu an boş
Tüm eğitimlere göz atarak ilgi duyduklarını sepetine ekleyebilirsin.
Görsel sanatlarda boş alan bırakma endişesini ifade eden, latince kökenli horror vacui kavramının temel özelliklerinden, zaman içinde bu algının nasıl bir değişime uğradığından, çeşitli alanlardan örnekler yardımıyla bahsetmeye çalıştık.
Horror vacui, görsel sanatlarla, güzel sanatlarla, sanat tarihiyle, tasarımla, mimari ve benzeri disiplinlerle ilgilenenlerin aşina olabileceği, boş alan korkusu anlamına gelen Latince kökenli bir kavram. Tabii, buradaki korku ifadesinin ilk akla gelen anlamıyla kullanılmadığını yani psikolojik bir vaka olarak boş alan görünce korkan insanların anlatılmadığını, olası kafa karışıklıklarını önlemek adına yazının başında belirtmekte fayda olabilir.
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç.
Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Artık pek yaygın olmasa da, hala varlığını sürdürmekte olup, boş kalan bir alanın doldurulması gerektiğini, aksi durumun boşa giden alan ve israf anlamına geleceğini söyleyen bir kanı, daha doğrusu bunu ifade eden kavramdır horror vacui. Biz burada daha çok tasarım alanındaki ve dijital dünyadaki karşılıkları, temsilleri ve ifade biçimleriyle ilgilenecek olsak da, yukarıda belirttiğim gibi görsellik üzerinden kurulan iletişimin temelini oluşturduğu tüm alanlara nüfuz eden bir inanış, özellikle bir dönem epey kabul görmüş ve bu saydığım alanların şekillenmesinde etkin rol oynamış bir düşünce sistematiğidir.
Önceleri çoğunlukla iç mimari ve dekorasyon alanlarıyla bağlantılı anılan kavram – 1800’lerin ortalarından 1900’lerin başlarına kadar – özellikle grafik tasarımın endüstriyel olarak kazandığı değer ve alanla ya da dijitalin hayatımıza çıkmamacasına girip önlenemez yükselişine başlamasıyla birlikte boşluğun yanına beyazlık anlamını da eklemiştir. Daha doğrusu, görsel sanatlarda ‘white space’ ya da ‘negative space’ olarak adlandırılan ve objeler haricindeki alanı ifade etmek için kullanılan bu alanın renginin ne olduğunun bir önemi yoktur, böyle adlandırılması için tüm içerik ve tasarım bazlı öğelerden (text, video, logo, buton vs.) arınmış olması yeterlidir.
Yani bugün kitaplıktaki büyük boşluk, mağaza vitrinindeki beş manken alabilecekken iki adet mankene ev sahipliği yapmakla yetinen alan ya da internet sitenizdeki kar gibi bembeyaz açıklık bu kavram bağlamında ele alındığında aynı anlama gelmektedir.
Bu kavramın karşıladığı anlamların tam karşısında ise, özellikle son yüzyılda görsel sanatların tamamına yakınında yükselişe geçmiş olan minimalizmin getirdiği sadelik, yalınlık, basitlik gibi öğeler yer alır. Bu yükselen trendlerin öncesinde boşa giden alan olarak algılanan ve zihinlerde bu şekilde kodlanan durum, yavaş yavaş değişmeye ve yerini sadeliğin, alan genişliğinin, boş alan fazlalığının, kısıtlı alana sıkışmamış olmanın esas kabul gören ve değer bulan olduğu algısına bırakmaya başlamıştır.
Horror vacui – yazının başında belirttiğim gibi Türkçe’deki karmaşıklığı önlemek adına ‘boş alan bırakma korkusu’ desek daha doğru olacak belki de – ile sadelik arasındaki farkı ve ikisi tarafından yaratılan algılar arasındaki değişiklikleri bugün gazete ve dergi sayfalarından, reklam görsellerine, internet site tasarımlarından, mağaza vitrinlerine bir çok farklı alanda gözlemleyebiliriz.
Durumu gözümüzde daha net canladırabilmek adına, kimi örnekler üzerinden ilerleyelim o halde.
Mesela, Steve Jobs’un Apple’ı farklılaştırma aşamasında en fazla altını çizdiği ve marka stratejisini üstüne kurduğu sadelik ve deneyimde kullanım kolaylığı, bugün Apple marka ürünlerle, muadili diğer markalar arasındaki tüm dünyada genel olarak kendini hissettiren prestij farkını ortaya koyuyor. Her yeni modeliyle birlikte bilgisayarları üzerindeki girinti, çıkıntı gibi öğeleri daha da azaltma yoluna giden marka, önlenemez yükselişini kesintiye uğramadan yılladır sürdürebilmekte ve arzu nesnesi olma halinden pek ödün vermemektedir.
Ya da, bizim buralarda pek göremediğimiz bir pratik olarak daha çok diğer ülkelerden – özellikle Anglosakson – örneklendirebileceğimiz, simetrik, üst üste binecek derecede fazla görsele boğulmamış, sade gazete sayfa tasarımları ve mizanpajları, gazetenin prestijli ya da prestij kazanmak isteyen, genellikle belli bir kültür ve ilgi düzeyinin üzerindeki okuyuculara hitap eden, ve hatta belki reklamdan olabildiğince arındırılmış ve daha pahalı bir gazete olduğunun anlaşılmasını sağlayabilir.
Yine bu noktada, ülkemizdeki kanalların büyük kısmının altyazı, logo, saat, az sonra ibaresi, yayın akışı bilgisi veya reklam gibi görsel ve metin kullanımlarıyla ekranın her noktasını kapatırken, dünyanın en prestijli yayın kuruluşlarından BBC’nin ya da Amerikan HBO, Showtime, AMC gibi kablo kanallarının çoğunlukla ekranda logo bile göstermemesi ve bu konularda sıklıkla sözü edilen birer efsaneye dönüşmeleri, sadeliğin ve yalnızca ana malzemenin kendisini öne çıkarma alışkanlığının prestij ve marka değeri noktasında yaşanan dönüşüm örneklerinden biri olduğu düşünülebilir.
Tam tersine, tam olarak buralardan verilebilecek bir örnek ise Bim markası olabilir. Kutularla belli köşelere yığılmış ürünlerden oluşan marketler, zamanla markanın alamet-i farikası haline gelmiş ve geniş bir müşteri kitlesi üzerinde oluşturduğu uygun fiyatlı ya da kaba tabiriyle ucuzcu algısının yaratılmasında epey etkili olmuştur.
Vimeo ile Youtube rekabeti de, sadelik ve ‘zengin gösterme’ ya da daha prestijli, daha kişiye özel olma hali konusunda adı sıklıkla anılan karşılaştırmalardan biridir. Söz konusu Mashable makalesinde bahsedildiği gibi, Vimeo’nun daha temiz, daha net sayfa tasarımı, profesyonellerin ağırlıklı olduğu daha az kişiden ve doğal olarak daha az video’dan oluşan içerikle birleştiğinde, siteyi yalnızca izleme amaçlı kullananlara bile, daha elit bir grupta olduğu hissi verdiği gözlemlenmektedir.
Bunlar gibi günlük ya da daha akademik, daha kavramsal örnekler çoğaltılabilir. Son olarak, fazla boş alan ve daha az malzemenin, malzemenin bulunduğu alandan daha kıymetli olduğu algısıyla birlikte, yer alan herhangi türden bir içeriğin kendi başına yeter olduğu izlenimini yaratarak daha lüks, daha özel ve daha sofistike olma duygusu yarattığı bir durumdan söz edilebilir. Bu sebeple, bu konudaki örneklerin – doğru boş alan kullanımının ya da minimalliğin içeriğin algılanışını kolaylaştırdığı ve içeriğe olan ilgiyi arttırdığı bilinen bir gerçek olsa da – daha iyi ya da daha kötüden ziyade, hedef kitleyle kurulması hedeflenen iletişim ve bunun ne ölçüde başarılı olduğu üzerinden değerlendirilmesi daha doğru olacaktır.
Olsun, hangimiz unutmuyoruz ki... Yeni bir şifre oluşturmak için e-posta adresini girmen yeterli.
Kapat
Yazınızı çok beğendim. Hem de “Boşluğun Gücü” isimli makalemde alıntı yaptım.
Merhaba. Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederiz. Makalenizi okumayı çok isteriz. Linkini bizimle paylaşabilir misiniz?
Şu anda tamamlıyorum. Özetini hemen kopyala yapıştır yapıyorum.
Özet
Boşluk güçtür. Şehirde bilinçli olarak, imar planıyla belirlenmiş, boş bırakılmış bölgelerin, kentin dağılmasını engelleyen bir çekim kuvveti olduğu söylenebilir.
1654’te Alman fizikçi Otto von Guericke, boşluğun gücünü kanıtlamak için Magdeburg’da halkın önünde bir deney yaptı. İki yarım metal küreyi, tam küre olacak şekilde birleştirip içindeki havayı boşalttı. Sekizi bir yanda, sekizi ayrı yanda, on altı at bu iki yarıküreyi ayıramadı. Sonra atları küreye bağlayan zincirlerden kurtarıp, küre üzerindeki vanayı açında, yarıküreler kendiliğinden ayrılıp düştü.
Bir şehir için “boşluk”, o şehri yaşanabilir ve birlikte kılan çekici bir güçtür.
Boşlukları bir şeyle doldurmak (beton binalarla mesela) şehrin ahengini bozar ve dağılmasına sebep olur. Planlı olarak yaratılan boşluklar şehre “güç” yani değer kazandırırlar.
Kısaca
“Boşluk” iki küreyi beraber tutar, çünkü dışarıdaki basınç oldukça kuvvetlidir. Yeşil alan ve boşluklar da, yapılaşma basıncına karşılık verebilir.
Yaşayan bir şehir için “sürdürülebilir alan yönetimi” ancak doluluk boşluk oranı dikkate alınarak belirlenebilir. Kentsel planlama kriterlerinden en önemlisi sayılabilir. Bu makalede, boşluk tipleri, etkileri ve boyutları ile dolu
bölgeleri nasıl etkilendiği incelenmektedir. Ayrıca şehirlerin boşluklar sayesinde kazandığı çekim gücünün karşılaştırmalı analizi yapılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Boşluk, çekim merkezi, güç, şehirleşme, yaşanabilir.