Kolektif hafıza: Beraber deneyimlemek, değişmek ve dönüşmek
Merve Yazıcı, ait olduğumuz toplulukların bizi ve deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini, ünlü sosyolog Maurice Halbwachs'ın görüşlerine de yer vererek ele alıyor.
Bellek için tabula rasa önermesi gerçek midir? Yoksa hafıza, kolektif bir üretimin eseri midir? Mekân ile kurulan ilişki, bellekte bilgininin tutunması için yeterli mi? Hepsi birbiriyle ilintili, bir o kadar ortak, bazen bireysel, bazen toplumun izinde. Ünlü sosyolog Maurice Halbwachs’ın belleği nasıl nesneleştirdiğini ve nelerle ilişkilendirdiğini inceleyeceğiz.
Sosyoloji, felsefe, psikoloji gibi alanlarda tartışmaya açılan bellek kavramı, bireysellikten toplumsallığa evrilen bir olgu olarak Halbwachs tarafından ele alınınca, mimarlıkla ilişkilendirilen konu başlıkları arasına girmeye başlamıştır. Hafıza, Wang (2020) tarafından doğası gereği özel olan, zihnin ve beynin bir ürünü olarak tanımlanmaktadır. Soyoluş ve ontogeni sürecinde, organizma ve ekolojisi etkileşiminden doğan insan hafızası aynı zamanda kolektif ve kültüreldir.
‘’Gözlerime inanamıyorum!’’ ne kadar alışılmış bir şaşırma tepkisi, değil mi? Halbwachs, bunu diyen insanın iki varlıktan meydana gelmiş olduğunu savunmaktadır. Ya eskiden bu olayı görmüş olan taraftadır ya da anlatılanları görmese de diğerlerinin tanıklıklarıyla bir fikre sahip olarak bunun ifadesini vermeye hazırdır. İşte tüm bu tanıklar sen, ben, biziz. Kolektif hafızayı oluşturan özneleriz.
Bu içerik ücretsiz!
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç. Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Tarihe ismini kazımış önemli isimlerin bellek ile ilgili derlenen kısa argümanlarını inceleyelim. Platon öğrenmenin aslında anımsama olduğunu, Sokrates ölümünden önce anımsama temasının varlığını vurgulamaktadır. Aristoteles, belleğin hayvanlarda da bulunduğundan fakat anımsamanın sadece insanlara özgü olduğundan bahsetmektedir. Freud belleğin hiçbir anıyı kaybetmediğini, J. Robinson, yaşama sığan anlamlı tecrübelerin anımsanmasında duyguların beliriverdiğini söylemiştir. Nietzsche ise belleğin sinirlerle veya beyinle hiçbir alakasının olmadığını, insanın geçmiş nesillere ait bellekleri yanında taşıdığını, anısız yaşayabilmesine rağmen unutmadan yaşamasının mümkün olmadığını savunmaktadır (Barash, 2017).
Peki anımsayarak nasıl yaşanır? Hayatla yaşanan kırılma noktaları, hüzünlü anlar, gündelik yaşam arasında akıp giden deneyimler ile örneklenebilen tekil imgeleri toplayarak mı? Peki insanoğlu neyi anımsamaya meyillidir? Kolektif hafıza, insanın tabiatının gerekliliği olan unutma ve hatırlama işlevlerinin aidiyet duyduğu toplulukla beraber şekillenmesidir. Sadece insan değil, tasarımların teknolojik çıktılarıyla, güncellenen kültürle ters düşen ve miadı dolmuş öğeler de ya değişimin ya da bellekten silinmenin doğal döngüsüne hapsolmuştur.
Michael Schudson, kolektif belleği dört ana prensiple özetlemiştir;
Bellek toplumsaldır ve bu yüzden insanlar kolektif, alenen, etkileşimli olarak hatırlar.
Bellek seçicidir. Eğer bir şeyi hatırlanacaksa başka şey unutulmalıdır.
Belleğin seçiciliğini etkileyen ise bilinçli veya kasıt olmayan süreçlerdir.
Kolektif bellek, her zaman tartışmaya açıktır ve de sıklıkla tartışılır (Schudson, 2007).
İnsanlar aynı kültürün parçası olsa da sosyokültürel bağlarından kopmadan kendi alt kültür gruplarına özgü deneyimler yaşayabilmektedir. Bireysel belleğin kendine sakladığı hatıralardan ziyade, toplumsal deneyimlerin etkileşimini ön plana çıkarttığına inanır Halbwachs.
Belirli dönemlerde var olan kullanıcılarının alışkanlık ve deneyimleri ile yaratılmış olan kolektif bellek farklı tarihsel süreçlerde, farklı kullanıcı ve deneyimleri ile yeniden şekillenmektedir. Russell (2006)’in bahsettiği gibi toplumsal deneyimler, kolektif hafızayı üreten bir olgudur. Kaçınılmaz olansa kolektif belleğin o günün ihtiyaçları doğrultusunda dönüşebilmesidir.
Aldo Rossi (1982) kentin, kentte yaşayanların kolektif belleğinden yaratıldığını savunmaktadır. Bellek ile mekân arasındaki bağın sağlamlığı, kullanıcıların bu mekânı algılama şekli üzerinden seyretmektedir. Diyelim ki çok sevdiğiniz biriyle bir mahalle parkına gittiniz. Burası sadece parklar gibi sizi ismine aşina mı etti? Yoksa güneşin yansıması bile diğer parklardaki kadar güzel miydi? Bu yeri özelleştiren ve belleğinizde tutan, paylaşılan duygular ve kişisel çıkarımlardır. Kentin sahip olduğu kentsel mekânlar şimdiki zamanda geçmişi keşfetmemizi sağlayacak fiziki bir düzlem ile kolektif bellek oluşumuna yardımcı olmaktadır der Halbwachs.
Monoton bir koşturmanın içinde homojenleşen zaman, topluluk sayısı ile doğru orantılı dalgalanmaktadır. Her toplum için tek zaman mı var? Dünyanın varlığından beri dönüm noktası görülen durumlar şu an zaman kırılması yaratır mı? Yoksa takvim yaprağının aynı sayfasını koparan farklı kültürler ile kesişen kırılma noktalarımız mı var? Tek başına derin bir biçimlendirme yaratan bir olay, ayrımlı kolektif bellekleri aynı anda etkileyebilir. Farklı düşünceler yeni düzen ve eski alışkanlık arasında yaşanan benimsenme kavgasında bir bütün olur.
Kolektif hafıza, toplumlara göre değişebilen zaman kavramı ile kaynaşmıştır. Polat (2007), belleği zamanın evi olarak tanımlamıştır. Zamanın beraberinde getirdiği görsel kalıntılarla oluşan ve çarpıcı tarihsel olaylarla kent kimlikleri şekillenmiştir. Kolektif hafıza yeni şekil üzerinden okunabilmektedir. Örnek olarak Sanayi Devrimi’ni ele alalım. Ekonomiyi ve siyasi katmanları değiştiren ve tüm dünyada yankı uyandıran Sanayi Devrimi, kent kimliğine yeni bir sanayi kimliği eklerken ve kolektif hafızada yeni bir olgu yaratmıştır. Üretim şekli değişen kentin çehresi değişmiş, yeni kimlikli kent yaşayanlarının kolektif hafızaları yeni formlara girmiştir.
Şehirler, tarih ile beraber dönüşmektedir. Yangınlar, kuşatmalar, yağmalar ile harap olan yapılar çehre değiştirmektedir. Yapılan belediye çalışmaları ile hedeflenen iyileştirmelere yönelik hazırlanan planlar üst üste binmekte, kent merkezi böylece yer değiştirmektedir (Halbwachs, 2017). Eski kent merkezinin iyileştirilmesi başlığı altında yeni kent merkezi kurulmakta ve bazen yeni eskiye baskın gelmektedir. Bazen de yeni kent merkezinin sokaklarında takip ettiğiniz yaya aksları sizi eski kent merkezine götürmektedir.
Bu kentlerde kişisel anılar ve deneyimler biriktirip mekâna bağlılığını hisseden kişi, örneğin pitoresk görünümlü mahallesine belleğinden silinmeyen imgelerle bağlanmıştır. Mekân ile belleğin ilişkisine değinmeye devam edersek, bir kentsel dönüşümün, bir evin yıkımının mekâna alışkın kişileri rahatsız etmesinin kaçınılmaz olduğundan bahsetmektedir Halbwachs.
İstanbul’da ilk kez uygulanan ve bozulmuş yapı adalarını iyileştirmeyi amaçlayan kentsel dönüşüm projesi Sulukule’yi ele alalım. 2005’te başlayan bu projeden önce, semtte yaşayanlar sosyoekonomik yönden incelendiğinde dezavantajlı durumdadır. Alanın soylulaştırma çalışması, maddi zorluklara bir de barınma ihtiyacını eklemiştir. Değişen ve yenilenen semt, kullanıcı profilini mekânlara yaptığı gibi yenilemiştir. Düğün, cenaze, alışveriş kültürünü yaşatan eski semt sakinleri artık dağılmış yerleşim yerlerinden uzakta, gelecek kuşakların sadece dinleyerek tanıklık edecekleri anılara kolektif hafızada yer vermektedir. Hafızanın öğrenilmiş tarihe değil, yaşanmış tarihe dayandığını savunmaktadır Halbwachs.
Editörün notu
İstanbul’un kentsel dönüşüm süreci ve bu süreçte gerçekleştirilen uygulamalara yönelik bilgi almak isteyen SHERPA Blog okurları, makalenin sonunda bulunan Ekümenpolis: Ucu Olmayan Şehir (2011) belgeselini izleyebilirler.
Peki, kulaktan kulağa anlatılan anıların yerleşeceği bireysel hafızalar, kolektif hafızanın tam tersi anıları anımsamaya yeterli midir? Bireysel hafıza bütünüyle izole değildir ve anımsamak için diğer ortakların da hatıralarına başvurmaktadır. İlk hatıra, hatıranın işaret ettiği grubun parçası olunmadığında bir daha bulunmayacak şekilde ortadan kalkmaktadır. Bireylerin dahil oldukları gruplar ile siyasal ve toplumsal yerini, tarihsel konumunu belirlediğini vurgulamaktadır Halbwachs.
İnsan üyesi olduğu grubun içinde yaşadıkça ‘’fiziksel imgelerin ardıllığı’’na göre dış nesnelerle bağ kurmaktadır. Bu yüzden rastlantısal olmayan mekân-kullanıcı ilişkilerini yıkıp, başka bir yerde yenisini kuramamaktadırlar. Mekân grubun izini taşımaktadır. Ürün-kullanıcı ilişkisi açısından ele alındığında ise, ürünler canlı olmasalar bile toplumsal tercih ve alışkanlıklar sayesinde bazı değişimler geçirmektedir. Konuşmadan iletişim kurar, anlaşılırlar. Bizi çevreleyen nesnelerin formlarının dilsiz bir topluluk olduğunu ifade etmektedir Halbwachs.
Yıllara yenildiğiniz bir arkadaşınızla görüştüğünüzü hayal edelim. Başlangıcı zor olsa da iletişimin ilerleyen dakikalarında iki taraf ortak düşünmeye ve paylaşılan anıları hatırlamaya başlamaktadır. İki kişinin yeniden bu anı canlandırma kuvveti, kişilerin olayları birbirinin gözünden görme çabasından güç alır. Çünkü engelleyemediğimiz düşüncelerimiz ve eylemlerimiz, dahil olduğumuz topluluğun içinde yer almaya devam etmektedir. Yalnızlık, sadece görünüştedir. ”Bir kişi yanında hiç kimse olmadan eve döndüğünde kelimenin ilk anlamıyla sadece bir süreliğine yalnız kalmıştır. ‘’ demektedir Halbwachs (Halbwachs, Kolektif Hafıza, s.53).
Bu döngüde, bir anıyı kendi başımıza yaşasak, tek başımıza müdahil olduğumuz durumlar söz konusu olsa dahi anılar bize diğer grup üyeleri tarafından hatırlatılır. “Sen bir kitaptan çok etkilenmiştin, Olağanüstü Bir Gece miydi?”, “Şu parkta yürümeyi çok severdin, hala devam ediyor musun?” gibi işitsel yolla başkasının belleğine giren ve zamanı gelince ortaya çıkan hatıralar bize anımsatılır. İşte bu durum, yani anımsanma hali hiçbir zaman yalnız olmayışımızdandır. Birileri içimizde daima taşınır ve daima bizimledir!
Kaynaklar
Barash, J, A. (2007), Belleğin Kaynakları, Cogito, Sayı:50, s:11–23.
Çağla, C. (2007), Renan, Irk ve Millet, Cogito, Sayı:50, s:47–55.