Sürekli öğrenmek, deneyimleyemek ve bu bilgiyi geliştirip gelecek nesillere aktarmak… İçimizdeki temel dürtü, iz bırakma ve keşfetme arzusu; işte bu tasarım dediğimiz olguyu besleyen en değerli iki unsur ve aynı zamanda yaratıcı tasarımın temelinde bulunan en değerli şey.
“Tasarım, insanın etrafında keşfettiği bir olguyu, bir problemi; anlayarak, hissederek ve deneyimleyerek bunun çözümünü çeşitli yöntemlerle anlatma sanatıdır.”
Tasarım sadece bir kez olan bir durum değil sürekli olan, gelişen ve yaşayan bir süreçtir. Tıpkı insanın kendisi gibidir. Çünkü insan yaşadıkça var olan problemleri ve çözümleri değişir ve gelişir.
“Tasarım Odaklı Düşünce”yi tam olarak kavrayabilmek için öncelikle tasarım süreçlerini bilmemiz gerekiyor. Tasarım odaklı düşünce, tasarımcılar için değil tasarımcı olmayan kişiler için geliştirilmiş bir metodolojidir. Tasarım odaklı düşünce bir problem çözme yöntemidir ve ürün geliştirmede, özellikle teknolojik ürün gelişiminde ciddi değerler bırakır. Problemin doğru algılanması, hissedilmesi ve keşfedilmesi ile başlayıp, ardından tümü ile bu problemin çözümü üzerine çalışmak anlamına gelmektedir. Kişi beş duyusu ile bir konuya odaklandığında ve işbirliği yapıp çevresindeki diğer insanlarla birlikte çalıştığında, elindeki işin başarısız olma ihtimalini neredeyse sıfıra indirecektir. Başarılı bir projenin oluşabilmesi için “Design Thinking” yani tasarım odaklı düşünce yöntemlerinin eksiksiz uygulanması gerekmektedir.
İnsan düşüncesi nedir? Kendinize bu soruyu sormayı hiç düşündünüz mü? Zaten sürekli düşündüğünüz için, buna o kadar aşinayızdır ki ne tanımlamaya ne de açıklamaya gerek duymadan anlayabildiğimizi hissederiz. Beyin birçok farklı türde düşünce üretir.
İnsan düşünce gücünü kullanabildiği ölçüde başarılıdır. Düşünce genelde istemsizce yapılan ve çoğu zaman bir refleks gibi gelişen beyin aktivitesidir. İnsan çevresinden aldığı uyarılar ve bilgiler ile zihninde bu bilgileri yoğurarak yeni çıktılar elde eder ve bu çıktılar doğrultusunda yaşamı anlamlandırır. Düşünce tam manasıyla budur ve insan ancak düşündükleri kadar çevresini algılayabilir.
Yaratıcı düşünce insanı daha proaktif yapar ve daha duyarlı olmasını sağlar. İnsan çevresindeki tüm problemlere yaratıcı düşünce yöntemi ile çözümler bulur ve bu çözümleri hayata geçirir. Bu içgüdüsel olarak genlerimizle bize aktarılmış olan yegâne yetenektir.
Aslında her insan özünde yaratıcı düşünce konusunda ustalıkla doğar.
Doğru ve yaratıcı şekilde düşünen her insan başarılı olur. Bu kalbin ve aklın buluşması ve aynı anda aynı noktaya odaklanmasıdır. İnsan düşüncelerini kontrol edebilir, düşüncelerini kontrol eden insan duygularını kontrol edebilir ve yanılsamalardan uzak bir şekilde çok daha mutlu ve başarılı olabilir. Sadece bunu doğru kullanmayı bilmek ve keşfetmek gerekir.
Yaratıcı düşünce bir süreçtir ve bu sürecin belirli aşamaları vardır. Bu aşamalar hazırlık, kuluçka ve doğuş olarak sıralanır.
Hazırlık
“Yaratıcı Düşünce” çok iyi bir hazırlık gerektirir. Bir konu hakkında düşünmeye başlamadan önce o konu hakkında yeterli bilgi ve birikime sahip olup olmadığımızı anlamamız gerekir. Bu aşamada konu ile ilgili gerekli araştırmalar yapılır. Hazırlık aşaması kontrollü ya da kontrolsüz şekilde olabilir. Zihin bu işlemi yaparken tam manası ile hazır ve nazır olmalıdır. İnsan sürekli olarak bilgi alan ve bu bilgiyi yorumlama yeteneğine sahip bir varlıktır. Fark etmeden yaşamın içinde, seyahat ederken, sohbet ederken ya da uyurken bile aslında yaratıcı düşünce sürecinin ön hazırlığını yapabilir.
Kuluçka
Aslında bu aşama sürecin en pasif noktasıdır. Bilinenin aksine yaratici fikir ve düşünceler sürekli çalışarak gelişmez. Yaratıcılık biraz tembellik ister sözünün tam olarak bu aşamadan ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Gerekli bilgi toplama işlemi yapıldıktan sonra zihin bu bilgiler ile baş başa bırakılır. Edindiğimiz tüm bilgileri bir anda özümsememiz ve içselleştirmemiz çok zordur. O açıdan bir süre bu bilgiler zihnimizde olması gereken yerlerini alır ve bir sonraki yaratıcı üretim süreçleri için sırasını bekler.
Bu süreç aslında bir konuyu düşünmediğimizde bile beynimizin hâlâ onunla arka planda ilgilendiğinin ispatıdır. Bu açıdan bu noktayı, bílinç dışı işlem noktası olarak da adlandırabiliriz.
Fikrin doğuşu
Sancılar çekildi, edinilebilecek tüm bilgiler edinildi ve yeterince beklendi. Artık doğum zamanı, Evet, beyin tüm enerjisi ve kapasitesi ile siz farkında olduğunuz anda ya da olmadığınızda sürekli olarak bu fikir için çalıştı. Şimdi eldeki veriler ışığında yeni fikirlerin doğma zamanı. Kıvılcımlar çakar ve birdenbire sanki fikir ve çözümler zihinde beliriverir. Bu aşama önceki aşamaların sadece sonucudur. Sonuç aşaması en heyecanlı ve en keyifli zamanlardan biridir. Beyinde firtınalar kopar ve algıladığı, anladığı kadarı ile sizlere birçok fikir ve çözüm önerisi getirir.
Fikrin doğuşu, jetonun düşmesidir. Kuluçka sürecinin bittiğini buradaki zilin çalması ile anlar insan.
Birçok buluş birdenbire birilerinin aklına gelmiş gibi anlatılır. Örneğin Newton’un meşhur ağaçtan düşen elma hikayesi ya da Arşimet’in banyoda suyun kaldırma kuvvetini sadece bir ördeğin yüzmesine bağlaması gibi 🙂 Hikaye anlatıcıları insanlara keyifli gelen şeyleri anlatmakla mükellef olsalar da ne Newton ne de Arşimet buluşlarını sadece bir ağaç altında uyurken ya da banyo yaparken buldu. İşte yaratıcı düşünce dediğimiz sürecin kuluçka aşamasının tam olarak ispatı ve fikrin doğuşu bu iki bilim insanında net bir şekilde görülebilir. O sürece kadar bu iki bilim insanı yüzlerce, binlerce makale okumuş, onlarca deney yapmış ve senelerce bu fikir da suyun üzerinde yüzen oyuncak ördek bu aşamanın için emek vermişlerdir.
Newton koskoca yer çekimi kanununu sizce senelerce ağaç altında uyuklayarak mı buldu? Ya da Arşimet sıradan bir adamken sadece bir gün tesadüf eseri banyoya girdi ve suda yüzen oyuncak ördeği görür görmez işte kaldırma kuvveti mi dedi?
Hikâyeler çok keyifli ve hikâye anlatıcıları da bir o kadar yetenekli öyle değil mi? İnsan ne olursa olsun işin eğlenceli ve etkileyici yönüne odaklanıyor. Oysa iki bilim insanı da o sürece kadar çok emekler harcadı, acılar çekti, bekledi ve henüz gerçekten yaşanıp yaşanmadığı bile belli olmayan o sembolik olaylar işin sonucunu belirledi. Aslında tam da doğru ve yaratıcı düşüncenin yani tasarım odaklı düşüncenin kanıtını bu iki hikâye ile ispat edebiliriz.
Peki ya tasarım süreçleri? O da yarının konusu 😊