Ömer eskiden seri bir yatırımcıydı, hala da öyle. Bu cümle, onun geçmişi ve muhtemelen geleceği hakkında yapılabilecek en iyi özet. Zamanının çoğunu da hem yazılım hem de donanım konularında eğitmenlik yaparak değerlendiriyor. Bu uzmanlıkları, mentorluk görevine yansıttığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Bilgi paylaşımında bulunma ve rehberlik etme konularındaki tutkusu gerçekten takdire şayan. 1984 yılında IBM kişisel bilgisayarların Türkçe ekranları için eprom ve klavyelerini tasarlayan da kendisi. İlk başta tıp okumak istemiş olsa da, amcasının desteğiyle elektronik alanında bir eğitimi seçmiş. Ardından da 2 tane master programını tamamlamış. 2010 yılında Silikon Vadisi’nden gelen bir teklifle, ortalıktan kaybolan bir CEO’nun yerine 5 aylığına Mekanist’in yönetiminde rol almış. Bugün hala IdeaSoft bünyesinde geçirdiği zamanı “en iyi maceramdı” diye anlatıyor. 4 yılın ardından görevini devretmesiyle yaptığı ilk çıkış da Mekanist’ten oluyor. Diğer yatırımlarından birisi de Flightrecorder, bu girişim de ClickTale tarafından satın alınmış. Bu süre boyunca BIC buluşmalarına katılmaya başlıyor ve melek yatırımcı ağına aktif bir üye olarak dahil oluyor. Daha önce de dediğim gibi yatırımcı kimliğini, rehberlik tutkusuyla da birleştirerek Scorp, temizlikyolda.com, Bionluk, Kolay Randevu, Connected2.me, Erasmusinn ve English Ninjas gibi girişimlere yön veriyor, destek oluyor.
Tüm bu girişimlerde yatırımcı ve mentor olarak yer almasının yanısıra, bazen de yönetim kurulu üyeliği görevini de üstleniyor. Bu açıdan, Ömer bir çok risk sermayesi fonunun yaptığından çok daha fazlasını tek başına üstleniyor. Başarılı olacak girişimi çok iyi analiz etmesi de bir diğer güçlü yanı; keza dahil olduğu bir çok fikrin halihazırda meyvesini de toplamış durumda. Şaşılacak bir durum yok, çünkü tüm bu bahsettiklerim Ömer’in tam zamanlı işi ve aynı ekosistemde bulunan bir çoğumuz için de örnek teşkil etmeli. Bence ilginç olan nokta, Scorp ve Connected2.me yatırımları; her ikisi de tüketici pazarına sunulan, çok genç bir yaş aralığını hedefleyen sosyal medya platformları. Connected2.me kurucularının yatırımcı arayışlarında çok zorlandıklarını hatırlıyorum, Scorp’un da fazla riskli bir macera olarak görüldüğünü biliyorum. 2 yıl önce Scorp kurucularıyla Koç İnkübasyon Merkezi’nde konuşmuştuk ve bana yatırımcı bulmak için ne yapmaları gerektiğini sormuşlardı. O sıralarda ürün zaten kullanılıyordu, bu yüzden çok basit bir soruyla başladım: Karnınızı doyurabiliyor musunuz ve kalacak yeriniz var mı? Sonrasında, artık duymaya alıştığım haber geldi: %15’lik bir payı, X tutarda bir yatırıma karşılık verdiler. Hemen ardından enerjik bir ekip topladıklarını ve harıl harıl hem geliştirme hem de içerik üzerine çalışmaya başladıkları haberi geldi. Artık bir yatırımcıları da vardı: Ömer Erkmen. Ekip için bulunmaz nimet, keza işin mutfağına dair müthiş tecrübesi sayesinde özellikle geliştirici ekibe eşi benzeri zor bulunabilecek bir rehberlik sağlıyordu. Bugün (Ocak 2017) itibarıyla, tahmini değerlemesi 10+ milyon ABD doları olan ve dünyaya açılma planları yapan bir platform haline gelmiş durumda ama ben Ömer’i hala Kolektif House Sanayi Mahallesi şubesindeki çatı katında yazılımcılarla mesai yaparken görüyorum.
BIC Angels ile olan ilişkisini sorduğumda, kendisinin bir organizasyon ya da bir gruba bağlı olmayan “serbest bir yatırımcı” olduğunu söylüyor. Genel anlamda melek yatırımcı ağlarına pek inanmadığını da ekliyor. Türkiye’de gerçek anlamıyla bir melek yatırımcılık için henüz çok erken. Yapılarının yavaş olması ve pek profesyonel olmamaları dolayısıyla girişimler için pek bir fayda sağlayamıyorlar. Bu ağların çalışma biçiminden, girişimler de memnun değil. Ömer için zamanlama her şey. Bir fırsat gördüğünde hemen oracıkta harekete geçmesinden de bunu anlayabiliyoruz. Hem sadece parasal anlamda da değil, rehberlik ederken de böyle. Türkiye’de girişimciler genellikle çok genç, daha önce hiçbir işte çalışmamış ve bu ilk deneyimleri. Melek yatırımcılığa konsept olarak karşı olmasa da, Türkiye’deki zihniyetin buna hazır olduğundan emin değil. Yatırım sayıları ve bilet boyutunun çok düşük olduğu ve herhangi bir karar almak için en az 6 ay gerekmesi de birer gerçek. Ömer’e göre Türkiye’de parasal açıdan bir sorun yok, ancak bu para genellikle riskten uzak alanlarda kullanılıyor. Yatırım gerçekleştiğinde ise genellikle e-ticaret projelerine yönelik oluyor, çünkü dönüşün çok hızlı olacağı varsayılıyor. Web sitesi yayına alınınca hemen bir para akışı başlıyor, bu da hızlı bir çıkışa işaret ettiği için, yatırımcıları verdikleri karar hakkında iyi hissettiriyor.
Ona soracak olursak, konu tamamen zihniyet ile alakalı ve bu konuda hiçbir tecrübemiz de bulunmuyor. Aslında burada bizi motive eden soru “neden?” olmalı ve cevabı eğer size anlamlı geliyorsa, peşinden gitmelisiniz. Ömer bu bakış açısını, pratik bir yaklaşımla tamamlıyor, ancak bu rehberlik etme yönteminin en iyi metod olduğu anlamına da gelmiyor tabii. Görünenin arkasında neler olup bittiğine kafa yoran bir yapısı var, orada olanı anlamaya çalışıyor. Böylelikle de fikir ya da duygular yerine, verilere dayanan bir karar verme süreci var.
Risk sermaye fonları da aynı dertten mustarip: bilgi eksikliği. Yatırımlara bir göz gezdirdiğinizde, başarılı olanların genellikle başarılı küresel girişimlerin yerel versiyonları olduklarını görüyorsunuz. Ancak işin kendisi, fikri alıp Türkçe’ye tercüme etmekten daha fazlası olmalı. Odak noktasının pazarlama, ne, neden ve nasıl gibi bir işin en birincil konuları olması gerekirken, insanlar hemen değerleme konusuna eğilme refleksi gösteriyor. Ömer’e göre insanlar ödevini çalışmıyor, yanlış sorular soruyor, fikirler ve duygularla hareket ediyor, yüzeysel noktalara çok takılıyor ve veriye dayalı bakış açısı çok ama çok daralmış durumda. Yine de Türkiye’nin geleceğine olan inancı tam; ona göre zaman her şeyin ilacı. Öğretmeye ve bilgi paylaşımına her zaman açık, ilerlediği yolda yeni şeyler öğrenmeye de çok hevesli. Aslında bir dünya vatandaşı, yani sık sık ABD ve diğer ülkelere seyahat ediyor ama asıl odağı her zaman Tükiye. Şu ana kadar hızlı ve dertsiz (!) bir başarı hikayesi peşinde ülkesine sırtını çeviren yatırımcılar görmüş olmam, onun bu tutumunu değerli kılıyor.
Türkiye girişimcilik ekosisteminde Ömer gibi bir kişi daha yok. Başarılı bir şekilde yaptığı çıkışlara, devam eden yatırımlarına ve her birine ayırdığı vakte bakınca, neredeyse imkansız bir işi başarmış ve başarmaya devam ediyor gibi görünüyor. Şunu da unutmadık değil mi: Karşımızda emekli olmaya karar vermiş birisi var. Bence tek eksik yanı, tekrar tekrar kullanabileceği bir büyüme planı olmaması ama eminim istediği öyle bir şey değil. Üzgünüm Steve Blank, demek ki her şeye girişim diyemiyoruz.
Peki Ömer için başarı ne anlam ifade ediyor? Hayatını, tercih ettiği hayat tarzı olarak görüyor. Hareketin içinde yer almayı, neler döndüğünü anlamaya çalışmayı seviyor. Her ne kadar bunu dile getirmemiş olsa da, bu röportaj sırasında fark ettiğim şeylerden biri de bu oldu: Bağımsız olmayı önemsiyor. Tarzı bu ve özgürlüğüne oldukça önem veriyor. 60 yaşında ama ona soracak olursak 60, yeni 30 demek. En azından bir 10 sene daha buralarda olacağının sinyallerini de veriyor. Siyasi çalkantıların azalması ve daha stabil bir ortamın yaratılmasıyla, Türkiye’deki zihniyetin de değişeceğini öngörüyor.
Ömer’i kalabalık bir ortamda fark edememeniz pek olası değil. İkimiz de bembeyaz saçlarımızla dikkat çekiyoruz ama onunkiler, nasıl desem, daha “kayda değer” iken, benimse sadece kırmızı bir suratım var. Kalabalıktayken takındığı “önce bir dinleyeyim, sonrasında sana kesinlikle söyleyecek bir şeylerim var” tavrını gözlemlemek çok zevkli ve inanın bana, eğer ilginç bir noktaya parmak basıyorsanız, kesinlikle size bir çift lafı olacaktır.
*Bu röportajın İngilizce orijinali 19 Ocak 2017’de yayınlanmıştır.