- Sisteme güvenmek için daha az şüphe ederek hareket edeceği,
- Sistemin ona ne vaat ettiğine dair daha net önermeler sunacağı,
- Yaşayacağı bir sorunu ona en çok destek vererek, adeta kendini parçalayarak çözümleyen sistem için fiyat odaklılıktan kolaylıkla vazgeçebileceği.
Bu yıl neyi farklı yapmalıyız?
Ne yazık ki yukarıdakilerin aynılarını geçtiğimiz yıl da iddia edebilirdim. Çünkü geçtiğimiz yılı da “kullanıcıya kulak vermeden” geçirmeye itinayla özen gösterdik. Akıllanmıyor, yeni bir kullanıcı edinebilmek için daha fazla reklam bütçesi harcıyor, mevcut kullanıcımızı (müşterimizi) de elimizde tutmamak için satış sonrasında ona çile üzerine çile yaşatmakta adeta birbirimizle yarışıyoruz. Sanki altı delik kovamıza yukarıdan su boşaltıyor, öte yandan da komşumuzun daha havalı kovasını nereden edinebileceğimizi düşünüyoruz. Akıllanmamakta direniyoruz.
İçinden şunu geçirenler, sizi duyabiliyorum:
Ama kullanıcı deneyimindeki yeni eğilimleri bilmeden kendimizi nasıl pozisyonlayabiliriz? Bunca yıldır pazar araştırmalarını boşuna mı yaptırıyoruz? Senin o yazdıklarını zaten biliyoruz. Bize “yeni”yi tasvir et.
Sizi şöyle önerilerle umutlandırmamı istiyorsunuz:
Mobil uygulamalarımızı bir Super App altında pozisyonlayabiliriz. Yetenekleri fazlasıyla artan mobil işletim sistemleri üzerindeki sesli komut uygulamalarıyla daha girift etkileşimler için mobil uygulamamızda bir dizi güncellemeye gidebiliriz. Agile artık öldü. Remote çalışma prosedürüyle boşa çıkan “yolda geçen zamanı”, verimliliğimizi ve sürüm sayımızı artırmak adına sabah kahvesine ve happy hour’lara denk getireceğimiz 30’ar dakikalık ideation seanslarında kullanabiliriz. MVP (Minimum Viable Product) çıkartmak yerine tasarımcı ve yazılımcıların birlikte çalışabildiği Collaborative Design & Development SaaS’ları ya da no-code (yani kod bilgisine sahip olmaksızın canlıya çıkartılabilir dijital uygulamalar yapabileceğimiz) yazılımlar üzerinde senkronize çalışmayı ve bizlerin (yöneticilerin) de onların çalışmalarına anlık geri bildirimlerde bulunmamızı mümkün kılarak, her hafta yeni bir özelliği yayına alacak daha atılgan planlamalar yapabiliriz.
İzninizle umut tacirliği yapmamayı tercih edeceğim. Biliyorum, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar lakin iş ve özel dünyalarımız bize bas bas 10. bir köy de var! diyor. Çok geç kalmadan bu sese çok sevilen teknik jargonlar da kullanmak suretiyle sarkastik yaklaşıyor ve kulak kesilebilmenizi mümkün kılmaya çalışıyorum.
Yavaşlamak, ama nasıl?
2021’de dijital sistemlerin kullanıcıları da yaratıcıları da yöneticileri de biraz yavaşlamak istiyorlar. Yavaşlamaktan kast ettiğim “daha az iş” değil, “daha çok doğru iş” yapmak desem, acaba dikkatinizi az da olsa çekebilir miyim?
Herhangi bir konuya, bir haftadan fazla odaklanabilme ve yine aynı konuda bir haftadan fazla huzurlu kalabilme açılarından oldukça dezavantajlı bir toplumun üyeleri olarak, bizi içinde bulunduğumuz ortamdakinden daha da kötü bir buhrana sürükleyebilecek sosyo-ekonomik felaketleri tükettiğimizi varsayarsak, derin bir nefes alarak kendimize aşağıdaki soruları sormamız, yeni eğilimlere mesai sarf etmekten daha iyi olmaz mı?
- Kullanıcımızın deneyimlediği ile bizim sunduğumuzu düşündüğümüz deneyim arasında fark var mı?
- Daha fazla sayıda kullanıcımızın güvenin kazanmak için ne yapabiliriz?
- Kullanıcımız için daha iyi bir deneyimi mümkün kılabildiğimizi nasıl ölçümleyebiliriz?
Bu sorular, etki alanıyla size dünyaları vaadeden o trendlerden alacağınız hazzı size sunmuyor, farkındayım. Bu sorulara yanıt vermek birçok diğer işinize ara vermenizi de zorunlu kılıyor. Bunun da farkındayım. Peki ya size “öykündüğünüz tüm başarılı şirketler kendilerine bu soruları sorup, yanıtlarını bulana kadar başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorlar.” desem, o zaman aradığınız trendi bulmuş hisseder miydiniz?
Yavaşlayın, hatta az da olsa biraz durun. Sonra da düşünün.
Lütfen.
Bu makale, Digital Age dergisinin 2021 Şubat sayısında yayınlanmıştır.