Pandemik evrim: Kamusal yeşil alanlarda yeni kullanıcı alışkanlıkları
Sosyal mesafe, maske, hijyen kuralları, evde kalma emirleri ve niceleri... Hafızamızda unutmamızın mümkün olamayacağı izler bırakan Covid-19, kullanıcı alışkanlıklarını kamusal alanlarda nasıl değiştirdi?
Covid-19, pandemi ilan edildiğinden beri gündelik yaşam aktivitelerini alışılmışın dışında şekillendiriyor. Sadece sosyal ilişkiler üzerindeki etkisi değil, fiziksel ve zihinsel sağlığı yıpratıcılığı da yaşamın merkezine konumlandı. Hayatımızı şekillendiren pandemi kavramını duyuşumuz ne ilkti ne de son olacak.
Eltarabily ve Elghezanwy (2020)’nin de söylediği üzere, her pandemi ve post-pandemi sürecinde sosyal davranışlarda büyük devrimler meydana gelir. İçinde bulunduğumuz ve “yeni normal” olarak adlandırdığımız bu süreç, gelecekteki kaçınılmaz pandemi senaryolarının daha kolay atlatılabilmesine yönelik önlem gerekliliğini gösteriyor. Karakaş (2020) bu yeni normal kavramını, yaşanan kriz döneminin sonuçlarını yok etmeye yönelik bir süreç ve sonrasında yeni alışkanlıkların beraberinde getirdiği fırsat, pazar ve korkular olarak tanımlıyor. Evde kalma emirleriyle belirlenen saat sınırlamaları, temaslı olma durumunda yaşadığımız zorunlu karantina dönemleri ile birlikte, yeni normal kavramına hâlâ uyum sağlamaya çalışıyoruz.
Gündelik koşturmaların rüzgarında savrulurken, kendimizi unuttuğumuzun farkına vardık belki de bu dönemde. Buluşmalara, görüşmelere, “hayır” diyemediğimiz her zorundalığa geçerli bir nedenimiz oldu. Bazılarımıza havai gelen bu dertler, bazılarının hayatta kalma rehberinin ilk on maddesinden biri bile değildi. Bir yandan kozamızda dinlenecek refah düzeyinde değildik, diğer yandan ekonomik sıkıntılar farklı toplulukların adil olmayan hayat şartlarını daha da zorladı. Gelecek ve geçim kaygısının da zihinsel sağlığa bu cepheden sert bir yumruk indirdiğini söyleyebiliriz.
Psikolojik etkilerinin yanında, fiziksel sağlığımızı korumak için pandemi sürecinde ‘’sosyal mesafe ve hijyen kuralları’’na dikkat edilmesi gerektiği artık hepimizin malumu. Bu zincir halkalarının kesintisiz şekilde süregelmesi için eşit erişimli en uygun mekân, kamusal yeşil alanlar olarak görüküyor. Tüm bu süreç bağlamında, kullanıcı deneyiminin etkilendiği fiziki çevre koşulları ve sosyal ilişkileri aşağıdaki başlıklarda inceleyeceğiz.
Ortam
Yapılar arasındaki anlamlı boşluklarda da var olan kent; kamusal yeşil alanlardan, meydanlardan, yapılardan, düğüm noktalarından v.b. bileşenlerden oluşan bir nesneler yumağıdır. Öznesi olan kentliye, kamusal yeşil alanlarda nefes alma molaları yaratıyor. Pandemi döneminde kullanım yoğunluğu artan mahalle parkları, kullanıcıların buluşarak sosyalleşmesi veya dinlenmesine yardımcı oluyor.
Bu içerik ücretsiz!
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç. Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Kentin bahsettiğimiz boşlukları farklı özelliklere ve kullanım tarzlarına göre değişiklik gösterir. Örneğin, kent içindeki boşlukların yarattığı açık alanlarda rekreasyon ihtiyaçlarını neden yeşil alanlardaki gibi gideremiyoruz? Buradaki farkı Burat (2017) şöyle yorumluyor: Açık alanlar yeşil alanlar, caddeler, meydanlar arasındaki boşluklarda tanımlanırken, yeşil alanların en keskin farkı, zeminin yapısının canlı malzemelerden (taş, su, çimen vb.) oluşuyor olmasıdır. Yeşil alanların yarattığı etkiye, canlının canlıyla teması diyebiliriz.
Doğayla etkileşimin sağlandığı kamusal yeşil alanların en çok tercih edileni, kuşkusuz ki parklar. Bu alanların çoğu kullanıcılarının pandemi sürecinde değişen alışkanlıkları sebebiyle atıllığından ve ıssızlığından kurtuldu. Bu canlılık, ileriki dönemlerde parklarda yeni düzenlemeler gerektirebilir. Jasiński (2020), günümüz pandemisinin mekânsal planlama kurallarının yanında, kamusal mekandaki kullanıcı alışkanlıklarını da değiştireceğini vurguluyor.
Aktiviteler
Gündelik yaşam; seçimlerimizin, kolektifliğimizin veya bireysel varlığımızın, parçası olduğumuz grup sayesinde sahip olduğumuz koşullarımızın yorumlanma şekliyle tanımlanıyor (Malene Freudendal-Pedersen, 2016). Farklı dinamiklerle yaratılan gündelik yaşam içinde, kentlilerce öznel aktiviteler gerçekleştiriliyor.
Gehl (2011), aktiviteleri, birbiri içinde eriyik olan zorunlu, opsiyonel ve sosyal aktiviteler olarak üç başlıkta inceliyor.
Zorunlu aktiviteler, kentlinin karşılaştığı durumlara rağmen devam eden eylemlerdir. Okula veya işe gitmek gibi çevre şartlarından minimumda etkilenen aktiviteler ile örneklenebilir.
Opsiyonel aktiviteler, bizim de üzerinde durduğumuz konuya istinaden, temiz hava ve güneşle temas ihtiyacı gibi hayattan alınan zevklere yönelik faaliyetleri kapsıyor. Çevre koşullarından etkilenen rekreasyonel faaliyetler bu başlık altına dizilebilir.
Sosyal aktiviteler ise, içinde bulunduğumuz süreçte kısıtlanmış olan sosyalleşme kavramına imkân veren, doğaçlama şekilde opsiyonel ve zorunlu aktivitelerin kesiştiği eylemlerdir.
Tüm bu aktiviteleri tedbirsizce yaptığımız dönemlerde, çoğumuz kent çeperlerine konumlanmış kent parklarını ziyaret ederek yeşil alan ihtiyacımızı gidermeye çalışıyorduk. Pandemi öncesinde gidilen büyük kent parklarının yerini, toplu taşıma kullanımının önerilmemesi nedeniyle, ikamet ettiğimiz konuma en yakın mesafedeki mahalle parkları aldı. (Slater ve diğerleri, 2020).
Beraber tanık olduğumuz çoğu kullanıcı aktivitesi değişime uğradı; kullanıcılar daha önce farkında olmadan yürüyüp geçtiği mahalle parklarının müdavimi, sadık birer konuğu oldu. Bu alanlarda, kamusal yeşil alan ihtiyacı karşılanırken, aynı zamanda sınırları belirli sosyalleşme imkânı da yaratıldı. Slater ve diğerlerinin (2020)’nin aktif ve pasif aktiviteler olarak ayırdığı sosyal aktiviteler, bu alanlarda sosyal mesafe kurallarına uygun olarak gerçekleştirilmeli.
Kullanıcılar
Bağışıklığı ve sağlığı güçlendirmeye yönelik aktiviteler için gerekli yeşil alanlara her kentli eşit düzeyde ulaşabiliyor mu? Bunun cevabına evet demek, bir ütopya yaratmaktan öteye geçemiyor. Yeşil alan ihtiyacı, her kentliye ulaşılabilir mesafedeki kamusal yeşil alanların daha donanımlı hale gelmesiyle giderilebilir.
Negatif yönde seyreden etkilerin azaltılmasının en ulaşılabilir yolu ise yeşil alanla etkileşim içinde spor yaparak zihinsel- fiziksel sağlığa yatırım yapmaktır. Bağışıklığımızı, kronik rahatsızlıklara karşı bilinen bu en kolay yolla güçlendirebiliriz. Ayrıca spor yapmak, kronik rahatsızlıkların başlıca sebebi gösterilen hareketsizliği de yok ederek, salgın ile mücadelede önemli bir görev üstleniyor. Pandemi sürecinde ve post-pandemi döneminde kullanıcıların baştan kurguladıkları sosyal ilişkiler ve gündelik alışkanlıkları farklılaşarak, kamusal yeşil alanları kullanma alışkanlıkları değişiyor.
Pandemi döneminde Google da topluluk hareketliliği raporlarını herkesle paylaşmaya başladı. Konum erişimine izin veren kullanıcılar izlenmiş ve iş-ev, yeşil alanlar, toplu taşıma durakları, eğlence merkezleri, marketler ve eczaneler olmak üzere altı ana konum türünde yoğunluk yaşandığı saptandı. Sadece davranışlar da değil, aynı zamanda gidilen yerler, rotalar, zorunluluklar da değişti.
Kullanıcı, duyuları ile mekânı hisseder, hareketler ile mekânı algılar, sonucunda deneyimlediği mekânı belleğinde depolar. Depolanan bilgiler, başka zamanlarda mekân aşinalığına bağlı olarak doğrudan veya dolaylı olarak kullanılabilir (İnceoğlu ve Aytuğ, 2009). Ürün-mekân-kullanıcı üçgeni içindeki bu ilişki, kullanıcı deneyimi tasarımı alanını ilgilendiren bir konu haline geliyor. Akın (2018)’ın da vurgulamak istediği gibi, kullanıcı deneyimi araştırmalarının en önemli adımı, tasarımcının kendi fikrini destekleyen kanıtlar bulması değil; bulunan problemi anlayarak veriler toplamasıdır. Veri toplamanın bir adımı olan gözlem ile kamusal yeşil alanlardaki ürün-mekân-kullanıcı arasındaki etkileşimler gözlem yoluyla anlaşılabilir. Toplanan veriler ile çözüme uygun uygulamalar geliştirilebilir.
Nesneler
Peki pandemi koşullarını ürün-mekân-kullanıcı ilişkisi bağlamında inceleyecek olursak, mevcut tasarımlar sağlıklı bir pandemi dönemi geçirmemiz için yeterli mi? Yoksa sadece günü kurtarmaya ve acil kısıtlamalara yönelik palyatif önlemler mi alındı? Gelecek zamanda gerçekleşmesi muhtemel bir pandemi için hastalığın bulaşma riskini kontrol edebilecek yeni tasarım kriterlerinin üzerinde durulması gerektiğini söylemek mümkün.
Sadece yürümek için değil, oturma eylemini gerçekleştirmek için de yeşil alanlar tercih ediliyor. Gehl (2011) mekânın işlevselliğe göre analiz edildiğinden, oturma birimlerinin de bu analizin sonuçlarına göre yerleştirildiğinden söz eder. Bu kararın alınmasındaki en önemli çıktılardan biri de kuşkusuz kullanıcının çevreye engelsiz bir görüş açısında hâkim olmasıdır. Öyle ki, hava koşullarının iyi olması bile bu eylemi gerçekleştirirken haz duymamıza yardımcıdır. Bu konumlandırmaların sonuçları, bazen karar vericilerin öngöremediği şekilde ortaya çıkar.
Öngörülemeyen bir durum olarak, tasarımcının hedeflediği amaç dışında kullanılan ürünleri örnek verebiliriz. Çocuklar veya gençler otuma birimini kullanmak yerine, mekâna ait merdivenlerde, bazen süs amaçlı kent mobilyalarının kenarlarında, bazen çimenlerde öbek haline oturmayı tercih eder. WHO tarafından virüsün yayılmasının engellenmesi için güvenli atfedilen sosyal mesafe 1,5 metre olarak belirlenmişti (WHO, 2021b). Yaş fark etmeksizin bu mesafe göze alınarak, oturma ve birliktelik eğilimleri farklılaştı.
Sabit ve hareketsiz ürünlerin yanında taşınabilir ve yenilikçi tasarımlar da bu dönemde daha sık görülmeye başlandı. Tasarımcı Anna Dienemann, sosyal mesafeyi kendi önlemlerimizle ayarladığımız, sıkıştırılmış bir aksesuar olarak tanımladığı “Boundıng Spaces”i, kişisel alanı çevrelemeyi ve sosyal mesafeyi kullanıcının kendi inisiyatifiyle belirlediği tek hareketle açılabilme özelliğine sahip bir ürün olarak tasarladı.
Etkileşimler
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) başta olmak üzere ulusal ve uluslararası sağlık örgütleri, mutasyona uğraması kaçınılmaz olan virüsün hem zihinsel hem fiziksel hasarlarını önlemek adına açıklamalar yapıyor (WHO, 2021a). Zihinsel ve fiziksel sağlığımızı koruduğumuz bir yaşama sahip olmak için öncelikli olarak kullanıcının, yani bizlerin, doğayla etkileşime girme ihtiyacı doğuyor.
Diğer bir gerçek ise, kapalı mekân kullanımının hastalığın bulaşma riskini arttırdığı. Cafe, lokanta v.b. yerlerde “Daha önceden nasıldı?” diye bize içsel sorgulamalar yaratan yeni normal kuralları, kullanıcıyı sınırlandırıyor. Bunun yerine, artık bir cep telefonu kadar bizimle bütünleşen portatif kamp sandalyeleri ile kendi sosyalleşme mekanımızı yaratır olduk. Sosyal mesafeyi ayarlayarak, rekreasyon ihtiyaçlarının giderildiği bu alanlarda hem önlem almakta hem de fiziksel, zihinsel ve sosyal gereksinimlerimizi karşılıyoruz.
Sadece alışkanlıklar değil, aynı zamanda kullanıcının topluluğun diğer üyeleriyle sürdürdüğü etkileşim de değişime tâbi. Hastalığın bulaşmasının önlenmesi için değişen kullanıcı alışkanlıkları sonucunda, pandeminin ilk dönemlerinde kamusal yeşil alanların kullanımı azaldı. Sonucunda ise kullanıcılar arası etkileşim ortadan kalkmaya başladı ve böylece, kamusallık ciddi bir darbe aldı (Koca ve Tutal, 2021).
Bu darbeye rağmen, kamusal alanlardaki toplanma ve dağılma eylemleri sonucunda sosyal etkileşim oluşmaya devam ediyor. Moulay ve Ujang (2016), aynı alanda var olan kişilerin arasındaki bu işteş eylem ve uyarılmayla sosyal etkileşimin var olduğunu belirtiyor.
Sosyal mesafenin zorunluluğu bir yana, Düzenli, Alpak ve Çiğdem (2019)’in çalışması gösteriyor ki, insanlar bir mıknatıs gibi başka insanların çekimindedir. Durağan etkinlikler, sosyalleşmeye doğası gereği bir altlık hazırlıyor. Bir mekân bu etkinliklere uygun zemini sağlayamıyorsa, cansız ve ıssız kalacaktır.
Mekânın canlılığı, kullanıcının sağlığı, herkesin eşit erişebildiği mekân ihtiyacı, sosyal mesafenin sağlandığı ürün şartlarınave fiziksel şartlara ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Diğer yandan sarılmayı, oturmayı, dans etmeyi özleyip; tanımadığımız insanların sağlığına zarar vermeme sorumluluğunu omuzlarımızda hissettiğimiz psikolojik bir yükü de sırtlanıyoruz. Bitmeyen bu süreci canlı, cansız tüm çevremizle, zihnimizde ve bedenimizde bölüşüyoruz. Özlediğimiz günlere ulaşmanın hasreti, bugünü aratmayacak senaryoların güzelliğinin beklentisiyle…
Kaynaklar
Akın, M. (2018), Zaman Deneyiminde Bağlamsal Analiz Yöntemleri: Sefer, Görev Mimarisi ve Bilgi Mimarisi Oluşturmak, Ekonomi, İşletme ve Maliye Araştırmaları Dergisi, 1(1), 64-87.
Burat, S. (2017). Kentsel Açık Alanlar ve Planlama (pp. 231–251). İmge Kitapevi.
Çakır, H. (2010). Dam Notları. Mimar.Ist, 38,s. 4–5.
Düzenli, T., Alpak, E. M., Çiğdem, A. (2019). Flexible Design in Urban Furniture. Yıldız Journal of Art and Design, 6(1), s.37–50.
Eltarabily, S., & Elghezanwy, D. (2020). Post-Küresalgınc Cities – The Impact of COVID-19 on Cities and Urban Design. 10(3), s.75–84.
Gehl, J. (2011). Life Between Buildings: Using Public Space. Island Press.
Hussain, A. H. M. B. (2020). State Policies Decrease Movement During COVID-19. Contexts, 19(4), 51–55. doi.org/10.1177/1536504220977936
İnceoğlu, M., Aytuğ, A. (2009). Kentsel Mekanda Kalite Kavramı. Megaron, 4(3), 131–146.
Jasiński, A. (2020). Public Space or Safe Space – Remarks During the Covid-19 Pandemic. Technical Transactions, s.1–10.
Karakaş, M. (2020). Covid-19 Salgınının Çok Boyutlu Sosyolojisi ve Yeni Normal Meselesi. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, 40(1), 541–573.
Koca, A., Tutal, O. (2021). Covid 19 Salgını Sürecinde DEğişen Dinemikler Üzerinden Yeni Kamusal Alan Olaslıkları. Turkish Online Journal of Design Art and Communication, 11(2), 360–377. doi.org/10.7456/11102100/003
Malene Freudendal-Pedersen. (2016). Mobility in Daily Life Between Freedom and Unfreedom. Ashgate.
Moulay, A., & Ujang, N. (2016). Legibility of Neighborhood Parks and Its Impact on Social Interaction in a Planned Residential Area. International Journal of Architectural Research: ArchNet-IJAR, 10(1), s.184–194
Slater, S. J., Christiana, R. W., Gustat, J. (2020). Recommendations For Keeping Parks and Green Space Accessible for Mental and Physical Health During COVID-19 and Other Pandemics. Preventing Chronic Disease, 17(E59), 1–5. doi.org/10.5888/pcd17.200204