Yapay zeka şimdi de tasarımcıların ekmeğine mi göz dikti?
Yapay zeka tartışmaları gün geçtikçe alevleniyor: Bu teknoloji insanlığın en büyük düşmanı mı, yoksa hayatımızı hayal edemeyeceğimiz ölçüde kolaylaştırabilir mi?
Geçtiğimiz haftalarda dünyanın en inovatif isimlerinden ikisi, yapay zekayla ilgili birbirine zıt açıklamalarda bulundu. Yapay zeka teknolojileri ile çalışan Tesla’nın kurusucu Elon Musk “Yapay zeka insanlığın önündeki en acil sorundur ve devletler bu durumu düzenlemek için acilen harekete geçmelidir.” derken; Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg ise “Yapay zekayla ilgili yapılan korku dolu açıklamaları sorumsuzca buluyorum.” şeklinde bir açıklama yaptı. Musk’ın Zuckerberg’e cevabı ise gecikmedi: “Kendisiyle görüştük ama Mark’ın bu konuyla ilgili bilgisi çok sınırlı.”
İkilinin bilgi derinliği bir tarafa, teknoloji ve inovasyon denince akla gelen ilk isimler arasında yer alan bu iki kişinin önemli bir tartışmayı başlattığı kesin. Yapay zeka insanlığın en büyük düşmanı mı olacak, yoksa hayatımızı hayal edemeyeceğimiz ölçüde kolaylaştıracak mı? Aslında sorular burada bitmiyor. Diyelim ki yapay zeka Terminatör’e dönüşmedi ve biz insanlara savaş açmadı. Bu, bir “oh” çekmemiz için yeterli mi? İnsanların yaptığı işleri 10-15 kat daha hızlı ve daha efektif şekilde yapabilen yapay zeka, bazı meslek gruplarını tarihe gömebilir mi? Yani yapay zekayla ilgili acil önlem almamız gereken konu; robotlarla savaşma hususu değil de, pek çok insanın işsiz kalması ihtimali ve bu kişilerin hayatını nasıl idame ettireceği sorunu olabilir mi?
Bu içerik ücretsiz!
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç. Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Yapay zeka, yaratıcı işler konusunda geliştiğinde tasarımcıları da ekmeğinden edebilir mi? Aslında bu soruyu cevaplamaktan çok da uzak değiliz. Mühendislerin ve endüstriyel tasarımcıların sık sık kullandığı Autodesk programı, 26 Temmuz’da Dreamcatcher adında yeni bir yazılımı piyasaya sundu. Bir süredir beta sürümüyle denenmekte olan Dreamcatcher, basitçe şöyle çalışıyor: Diyelim ki bir drone şasisi tasarlamanız gerek. Dreamcatcher’a “4 kollu, uçabilen, son derece hafif bir drone şasisine ihtiyacım var.” diyorsunuz, o da size birkaç saat içinde onlarca farklı tasarım sunuyor.
Tasarımcıya da yalnızca bu sürecin kürasyonunu yapmak, yani mühendislerle bir araya gelerek en iyi, en fonksiyonel tasarımın hangisi olduğuna karar vermek kalıyor.
2017 Haziran ayına kadar Autodesk’te Uygulamalı Araştırma ve İnovasyon Direktörü olarak çalışan Maurice Conti, yapay zekanın yarattığı fırsatlardan, daha önce yaptığı bir TED konuşmasında bahsetmişti:
Normalde tasarımcılar bir objenin görünümüne, hangi malzemeden yapılacağına; kısacası tüm imalat kalemlerine karar verir. Bunu yaparken de Autodesk gibi bazı bilgisayar programlarından yararlanır. Fakat bu programlar tasarımcıya herhangi bir öneride bulunmaz, yapılan işi zenginleştirmek için onu yönlendirmezler.
Üretken tasarımda ise, son derece aktif bir tasarım süreci devreye giriyor. Bilgisayar programları ve algoritmalar, her bir ürün tasarımı için geometrik sentezler yaparak en iyi tasarıma ulaşmaya çalışıyor. Bu noktada tek ihtiyaç duydukları şey ise bir başlama vuruşu; projenin gereklilikleri, hedefleri ve kısıtları belirlendikten sonra program çalışmaya başlıyor ve kısa süre içinde onlarca tasarım üretiyor.
Conti, yapay zekanın yükselişi sonrasında başlayan süreci pasif tasarımdan üretken tasarıma geçiş şeklinde tanımlıyor. Bahsettiği konu, İngilizcede Generative Design olarak da adlandırılan tasarım türünün ta kendisi.
Peki, bu durum tasarımcılara duyulan ihtiyacı azaltacak mı?
Sektörün ileri gelenleri ve fütüristler öyle düşünmüyor: Rusça hizmet veren en büyük e-posta servisi Mail.Ru’da UX Yöneticisi olarak görev alan Yury Vetrov, Smashing Magazine için yazdığı yazısında: “Tasarımcıları yok edip yerine algoritmalar getirme fikri son derece fütüristik, üstelik de yanlış.” diyor. Ona göre ürün tasarımcıları, ham bir ürün fikrini alıp onu her yönüyle düşünülmüş bir kullanıcı arayüzüne dönüştürme becerisine sahipler. Bunu yaparken de sırtlarını çok sağlam etkileşim prensiplerine, bilgi mimarisine ve görsel stillere dayıyorlar. Bu süreç hiç de kolay ilerlemiyor. Küçük ya da büyük, bir sürü karar verilmesi ve inisiyatif kullanılması gerekebiliyor. Yani olay bir şablon seçip de içini doldurmanın daha ötesinde, karmaşık bir süreç. Bir makinenin bu kadar karmaşık sorunları çözebildiği ise henüz görülmedi.
Tasarımcı-yöneticiler geliyor
Tasarımcıların görevlerindeki değişiklik bunlarla da sınırlı kalmayacak. Artık herkes birer tasarımcı gibi düşünmek ve çalışmak zorunda kalacağa benziyor.
Harvard Business Review dergisi, yapay zeka çağında yöneticilerin ihtiyaç duyacağı yeni becerileri belirlemek için 2016 yılında bir anket yaptı. 14 farklı ülkede yürütülen çalışmaya, idari personellerden C seviyesindeki yöneticilere, 1770 kişi katıldı. Ayrıca anket kapsamında, şirketlerinde dijital dönüşümü gerçekleştirmekten sorumlu 37 üst düzey yöneticiyle de röportaj yapıldı. Ankete katılan yöneticilerin 1/3’ü, yaratıcı düşünme ve deneyselliğin, mutlaka öğrenmek zorunda oldukları yetenekler olduğunu belirtti.
Yöneticiler için yaratıcı özellikler yaptıkları iş için hayati önem taşısa da, daha önemli bir başka özelliğe de sahip olmaları gerekir: Başkalarının yaratıcılığından en yüksek faydayı elde edebilme yetisi. Bu davranışı benimseyen yöneticiler, tasarımcı gibi düşünme yetisini takımlarının ve çalıştıkları kurumların da bir parçası haline getirebilirler. İşte tasarım yeteneğiyle harmanlanmış yeni yönetici davranışları bu noktada etkili olacak.
Anket sonuçlarından hareketle yazılan “How artificial intelligence will redefine management?” (Yapay zeka yönetici olmayı nasıl yeniden tanımlayacak?) başlıklı makalede; yeni yöneticilerin sahip olması gereken “beceriler” derlendi. Bunlardan biri, yöneticilerin artık tasarımcı gibi çalışmak zorunda kalacak olması. Yönetici-tasarımcılar, farklı fikirleri bir araya getirerek uygulanması daha mümkün ve ilgi çekici çözümlere yönelecekler. Böylece, yapay zekanın yönetim işlerinde gittikçe daha fazla baskın hale geldiği bir ortamda başarılarını sürdürebilecekler.
Insurance Australia Group CEO’su Peter Harmer, dijital firmalardaki ortaklaşa yaratıcılığı perçinleyen ve besleyen yöneticilerin ne kadar elzem olduğunu şu sözlerle vurguluyor:
“Bundan sonra pek çok farklı fikri harmanlayıp ortaya yepyeni bir şey çıkartabilme becerisine sahip kişilere ihtiyacımız olacak. Birçok fikrin olduğu bir ortamda tek bir fikrin kazanması yerine, ‘Şu üç fikri bir araya getirelim ve ortaya çok, çok farklı bir şey çıkaralım’ diyebilmek gerekecek. Yöneticilerde ihtiyaç duyduğumuz yaratıcılık ve merak duygusu işte böyle çalışmalıdır.”
Korkacak hiçbir şey yok
Anlaşıldığı üzere sektör ileri gelenleri yapay zekanın tasarımcıları tamamen sileceğine inanmıyor. Bunun yerine tasarımcıların yükünün azaldığı, rollerinin çeşitlendiği; kısacası korkulanın olmadığı bir gelecek tahayyül ediyorlar. Buna rağmen çalışanların içinin rahat etmediğini görebiliyoruz. Zira tartışmalar azalmaksızın devam ediyor. Belki de olaya bakışımızı değiştirmeliyiz ve şunu sormalıyız: Bu korkunun asıl sebebi ne olabilir? Yapay zekaya dair bir güvensizlik söz konusu olabilir mi?
Kısa bir süre öncesine kadar, ürün tasarımı konusunda çalışan Artefact Group’ta kıdemli UX Designer olarak görev alan Patrick Mankins, “Can we design trust between humans and artificial intelligence?” (İnsanlar ve yapay zeka arasında güven tasarlayabilir miyiz?) başlıklı yazısında; yapay zekanın faydalarına odaklanmayı, bu sırada iki taraf arasındaki iletişimi ve insan-makine arasındaki güveni artırmayı salık veriyor. Mankins önerisini şu örnekle açıklıyor:
“Düşünün ki yapay zekayla çalışan, otonom bir arabadasınız. Araç bir anda frenlere asılıyor, yönünü değiştiriyor ve sizin söylediğinizden farklı bir yönde gitmeye başlıyor. Belki de araç sizin görmediğiniz bir şeyi görmüş ya da ileride bir kaza olduğunu tespit etmiş olabilir. Fakat bu tespitiyle ve sonrasında aldığı ani kararla ilgili sizinle iletişim kurmazsa, sizde alarm zillerinin çalmasına sebep olacaktır. ‘Bu araba beni kaçırıyor mu yoksa?’ düşüncesinden tutun da ‘İşte makinelerin isyanı başladı!’ düşüncesine kadar pek çok paranoyak senaryoyu düşünmenize sebep olabilir.”
Öyleyse çözüm nedir? İnsan-makine iletişiminin daha sarih hale gelmesi için, kullanıcı deneyimini de göz önüne alan çözümler tasarlanması gerekecek. Neticede bizden daha zeki bir sisteme güvenmemizin esas sebebi, yetersiz kaldığımız noktalarda bizim yerimize karar almasını istiyor olmamız değil mi? Eğer insanlar, makinelerin daha zekice kararlar aldığına güvenemezse, ilişki temelinden sarsılacak demektir. Bu nedenle, yapay zeka teknolojisinden ziyade, insan-makine iletişimini geliştirmek daha önemli. Burada iş yine tasarımcılara düşecek gibi görünüyor.
Şimdi ne olacak?
Geçen yıl Eylül ayında Amazon, Facebook, Google, IBM ve Microsoft güçlerini birleştirerek Partnership on AI (Yapay Zeka Ortaklığı) adlı kurumu hayata geçirdi. Kurumun amacı; yapay zeka teknolojilerindeki en iyi örnekleri bulmak, hatta bu örneklerin oluşması için ön ayak olmak, halkın yapay zeka hakkındaki bilgi ve anlayışını geliştirmek, yapay zekanın insanlar ve toplum üzerindeki etkileri hakkında bir tartışma platformu olmak, şeklinde açıklanıyor. Bu tip kuruluşların sayısı arttıkça, toplumdaki tartışmalar da artacak ve dönüşümün daha etkili ve etik yürümesi sağlanacaktır diye umuyorum.
Yapay zeka hayatlarımıza çoktan girdi. Bize en uygun reklamı göstermekten tutun da seveceğimizi düşündüğü dizileri en çekici görselle önümüze sunmaya kadar, pek çok alanda tercihlerimizi ve davranışlarımızı yönlendiriyor. Bu konularda pek az şikayet duyuyoruz, çünkü çoğu zaman bu yönlendirmeleri fark etmiyoruz bile. Bu nedenle, “makineler gelecek, bizi silecek” diye korkmak yerine, bu konuda yapabileceklerimizi keşfetmeliyiz. Yapay zekayı hayatlarımıza ne kadar dahil edeceğimize, ondan ne ölçüde yararlanacağımıza karar vermemiz gerekiyor.
İlginç bir yazı olmuş
İlginiz için teşekkür ederiz =)
Yazınızı çok beğendim. Teşekkürler