Alışveriş sepetiniz şu an boş
Tüm eğitimlere göz atarak ilgi duyduklarını sepetine ekleyebilirsin.
Alışveriş sepetiniz şu an boş
Tüm eğitimlere göz atarak ilgi duyduklarını sepetine ekleyebilirsin.
Kendi deyimiyle "içerik yaratıcısı ve dijital pazarlama tutkunu" olan Öznur Doğan bize insanlığın emojilerle iletişim çabasının ardındaki bir kaç yüzbin yıllık hikayeyi anlatıyor: Nereden geldiysek oraya, mağara yazılarından emojilere uzun bir hadise.
“Eğer bir Marslı dünyamıza gelseydi yeryüzündeki canlılar arasında mükemmel bir benzerlik ve önemli bir fark olduğunu görürdü.
Benzerlikleri göz önüne aldığında tüm canlıların DNA baz çiftlerinde kodlanmış bir evrensel dili okuyan yüksek düzeyde korunmuş sistemler temelinden tasarlandığı not ederdi.
Ancak önemli farka baktığında ise evrensel bir iletişim kodunun yokluğunu fark ederdi.”
The Faculty of Language: What Is It, Who Has It, and How Did It Evolve? // Noam Chomsky, Marc D. Hauser, Tecumseh Fitch
Biz şimdilik dile ve onun özelliklerine bir Marslı olarak değil de bir insan olarak bakalım ve önce dili anlamaya çalışalım. Sonrasında dilin zamanla evriminden bahsedip nereye doğru gideceğine değinelim.
Dil, gelişmişliği ve mükemmele yakınlığıyla yalnızca insanların sahip olduğu bir kavramdır. Hayvanların da kendi dilleri olmasına rağmen genel olarak basit, emir ya da tehditleri içinde barındıran seslerle ortaya çıkar. Örneğin bir zürafa gününün nasıl geçtiğini bir başka zürafaya anlatmaz ancak 3 kilometre ötedeki bir aslanı sezerek zürafa arkadaşlarına tetikte olmaları ve gerektiğinde kaçmaları gerektiği işaretini çıkardığı seslerle verebilir.
Dile biraz daha detaylı baktığımızda dünya üzerinde 5.000 ile 7.000 arasında dil olduğunun tahmin edildiğini görürürüz ve bu dillere Braille gibi işaret dilleri de dahildir.
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç.
Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Kaynak: friendsofdarwin.com/20150124/%5B/caption%5D
Dilin ortaya çıkışı Darwin’e göre şöyledir:
“Şüphesiz ki dil; doğuşunu, doğadaki pek çok sesin, diğer hayvanların sesinin ve kendi içgüdüsel çığlıklarının jest ve işaretler yardımıyla taklit ve modifikasyonuna borçludur.” — Türlerin Kökeni, 1871.
İnsan, evrimsel sürecinde çevresindeki sesleri taklit etmenin yanı sıra duygularını da sözcüklere aktarabilmek için uzunca bir süre çabalamış ve sonrasında ise konuşabilmeye, temel düzeyde anlaşabilmeye başlamıştır. Bu dilin tekil bir dil mi olduğu yoksa şu anki hali ile birbirinden farklı dillere mi evrildiği konusunda ise net bir kanıt bulunmamakta.
Yani geçmişe dönüp dile ile ilgili kanıtları aramaya başladığımızda elimizin boş kaldığını hissediyoruz çünkü fosilleri incelediğimizde insan beyninin yapısını görebiliyorken beyninin içinde neler olup bittiğini tam olarak keşfedemiyoruz. Bunun içinse gelecek nesillere bırakabileceği yazıları yani yazılı dilleri görerek çıkarımlar yapıyoruz ya da hikayeleri dinleyerek bir kaynak elde etmeye çalışıyoruz.
Kaynak: en.wikipedia.org/wiki/Tower_of_Babel%5B/caption%5D
Bir hikayeye göre dünyanın yaşadığı en büyük tufandan sonra insanlar Shinar’a giderler. Burada tek bir dili konuşan halk cennete ulaşabilecekleri kadar yüksek bir yapı inşa etmeye karar verirler. Bu yapı o kadar çok yükselmiştir ki insanlar yapıyı gördüklerinde büyük bir böbürlenmeye kapılmaya başlarlar. Bu kadar büyük bir yapıyı inşa etmeleri ve cennete böylece ulaşmaya çalışmalarından dolayı Tanrı onları cezalandırır ve Babil Kulesi yıkılırken insanları da artık birbirilerini anlayamamakla cezalandırır. Yani onlara birbirinden farklı diller verir. Böylece hiçbir insan bir diğeri ile anlaşamaz ve insanın kusurlu aklına karşılık Tanrı’nın kusursuzluğu bir kez daha ortaya çıkmış olur.
Dillerin kökenine dair daha geniş çalışmalar yapabilmek adına dilbilimciler varlarını yoklarına katıp çalışmaya devam etmiştir ancak dil yaşayan ve gelişen bir yapıya sahip olduğu için tıpkı diğer bilim dallarında olduğu gibi araştırmalar sonsuz sorularla birlikte büyüdükçe büyür.
Konuşulan dil beraberinde yazılı dili de getirir. Bu noktada artık kendimizi yalnızca söyleyerek anlatmaz, yazarak da anlatabilir hale geliriz. İletişim gerçek anlamda dilimizden değil parmaklarımız, gözlerimiz ve beynimizle devam eder.
Kaynak: www.deviantart.com/andyserrano/art/Hieroglyphics-of-Hatshepsut-91259629%5B/caption%5D
Tarihin her zaman yazı ile başladığı söylenir. Ve bu yazılar çivi yazılarıdır. Papirüslerin bulunması ile son bulan çivi yazılarında gramer olarak kurgulanmış ilk cümleleri görürüz. Ancak çivi yazılarında dikkat çeken bir önemli detay da şudur: Sümer dilinde kelimeler genellikle tek heceden oluştuğu için bir işaret onların bir kelimesini karşılamaya yeterli durumdadır. (Buraya bir çapa atalım ve sonradan dönelim, tüm bu dilbilimi dersinden sonra iyi bir noktadan buraya dönüyor olmak oldukça keyifli olacak.)
Sessiz harflerden oluşan ilk alfabenin kullanımı ise Mısır’a dayanır. Biliyorum, burada bir Mısır görmenin aşkı bende de mevcuttu ve tabii ki günümüzdeki iletişime dahi yön veren Mısırlıların hiyerogliflerinden bahsetmeden bu yazıya devam etmek imkansızdı. Mısır’daki alfabenin ve çizimlerin en önemli noktalarından bir tanesi de tıpkı Sümer dilinde olduğu gibi çizimin kelimeyi karşılamasıdır. Yaklaşık 1.000 işaretten oluşan bu alfabe pagan tapınaklarının kapanmasıyla birlikte de unutulmuş, yüzyıllar sonra 1820’lerde Jean-François Champollion Rosetta Stone ile bu şifreli alfabeyi çözmeyi başarmıştır.
Yine aynı şekilde Anadolu hiyerogrifleri de logografiktir ve 500 işareti içinde barındırır. Aslında o kadar uzak topraklara gitmemize gerek yok emojilere — öhöm, pardon — sembollere ulaşmak için. Çorum Boğazkale’de tarihte geriye doğru bir yolculuk yaptığımızda semboller ile iletişimin de kendi topraklarımız içindeki ilk örnekleri ile karşılaşmış oluruz.
İnsanlar yüzyıllar boyunca iletişim kurmanın her zaman bir yolunu bulmuş, bunu bazen taşların üzerine yazarak çözmüş bazen de papürislerle taşımıştır insanlığa. Ancak yine tek bir iletişim dilinin olmaması, işaretlerin dahi farklılığı onları kendi içlerinde tercümanlara ihtiyaç duyacak şekilde bir yapıya sokmuştur. Yazılı dil de konuşma / sözlü dil gibi aslında bir demir leblebidir ve üzerine yapılan çalışmalar onun için de kocaman bir denizi işaret eder.
Kaynak: www.pinterest.com/pin/367958232034063792/%5B/caption%5D
Piktograflardan ve işaretlerden olan dillerden günümüz diline gelişimi ise insanların daha rahat yazabilmesi, konuşabilmesi ve kendini ifade edebilmesi adına bir serüven gibidir. Aslında her zaman için odak noktada insan vardır. İnsanın kendini anlatabilme hevesi, bildiklerini aktarabilme isteği, hislerini paylaşabilme dürtüsü. Ne kadar kolay anlatabiliyorsa ve ne kadar oranda anlaşılabiliyorsa insan o kadar mutludur.
Şöyle düşünelim, bir anaokulunda söyledikleriniz ne kadar çocuklara uygun, pedagojik olarak doğruysa çocuklar o kadar iyi anlar ve yaklaşır. Ancak diliniz (burada yalnızca konuşma dili değil aynı zamanda vücut dili de devreye girecektir) ne kadar üstün ve karışıksa çocuk için de o kadar karışık bir süreç başlayacaktır.
Ancak üzülerek söyleyelim ki bir çocuğun bir yeni dili çevresinden sadece duyarak öğrenme hızı bir yetişkinden çok daha hızlıdır. Doğduğu andan itibaren tüm duyuları ile hayatı algılamaya, sürekli bir öğrenim haline giren bebekler zamanla ilk kez duydukları sesleri çabucak kavrar, anlamları birbirine bağlar ve belirli bir süre sonra ise akıcı bir şekilde maruz kaldığı tüm dilleri konuşabilir. Zaten bunu son zamanlarda bu kadar sıklıkla duyuyor olmanızın en temel nedenlerinden bir tanesi de bu gerçektir. Çevrenizde çocuğu ile hem İngilizce, hem Türkçe konuşan ebeveynler mutlaka vardır. Çünkü o çok sevdiğimiz tabir aslında gerçekten çok doğrudur: Çocukların beyinleri sünger gibidir.
Çevresinden görerek ya da duyarak yeni bir dili öğrenenler ya da dilin farklı alanları ile tanışanlar yalnızca çocuklar değildir tabii ki de. Yetişkinler de bu deneyimi pek kolay yaşabilir ancak yetişkinlerin karşılaştığı daha farklı bir değişim ve evrim vardır dilde.
Artık geçmişten örnekler vermeyi bırakıp bugüne, günümüze baktığımız zamana gelebiliriz. Kişisel olarak son 3–4 yıldır sıklıkla kendime sorduğum bir soruyu size de sormak istiyorum:
Dil korunabilir mi?
Genel olarak tüm halkların kendi değerlerini koruma içgüdüsü vardır çünkü nesillere aktarılabilmeli, en sağlam olanı hayatta kalabilmeli ve bu şekilde yaşam döngüsü kırılmadan devam etmelidir. Ancak teknolojinin hayatımıza yeni bir boyut getirmesi ile birlikte bir dil yalnızca bir topluma ait olarak kalmanın yanı sıra sonradan eklenen farklı söylemler, kelimeler ve yeni yapılarla birlikte değişim içine girer.
Çünkü dil yaşayan bir tümör gibidir. Hem çevreye yayılım gösterir hem de dışarıda var olan unsurları içine toplamaya devam eder.
Dilin geçirgenliği o kadar yüksektir ki yalnızca bir kişinin bir değişikliği ile başlayıp sonrasında hızlı bir şekilde daha geniş alanlara yayılabilir. Buna en basit olarak “meme” olabilecek söylemleri katabiliriz. Yalnızca bir kişi bunu söyler ancak duygusal tepkiler ve düşüncelerden dolayı bu söylemler çok daha geniş bir kitleye yayılır. Yalnızca kendi dilimiz Türkçe’de bunu yaşayabiliyorken emperyal dillerden dilimize girecek olan söylemlere de açık olabilmemiz gerekir.
Bir dili emperyal bir dil olarak kabul edebilmek içinse aynı zamanda dilin ulusunun dünya üzerindeki ekonomik gücünü çok iyi biliyor olmamız gerekir. Bu tarih boyunca bu şekilde ilerlemiştir. Siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı diller asla doğmadığı, belki hiçbir zaman kullanılmasına gerek dahi olmayacağı yerlere kadar genişlemiş, kullanılmış ve nesillerden nesillere aktarılmıştır. Çünkü dünya üzerindeki güç dengesi yalnızca savaş ve para ile kurulmaz. Aynı zamanda dil ile kurulur.
Bir dili ne kadar geniş bir alana yayabilirseniz erişiminizi ve yaptırımınızı da bir o kadar genişletmişsiniz demektir. Sonrasında kendi değerlerinizi de bu yeni yerlere aktarabilirsiniz.
Tabii bir dilin başka bir dile “penetre” edebilmesi için yalnızca siyasi ya da ekonomik değil aynı zamanda teknolojik gelişmelerin de kimler tarafından ortaya koyuluyor olduğunu bilmemiz gerekir. Bu noktada kullandığınız pek çok aracın teknolojisi eğer ülkenizden çıkarsa ve buna isimlendirmeyi siz yapabilirseniz kendi dilinizde anlatıma devam edebilir, diğer ülkelere de bir teknoloji devi olarak o isimlerdirme ile kullandırma yöntemine gidebilirsiniz.
Bu bölümü şu cümle ile sonlandırmak istiyorum — ironik olarak:
“The ongoing struggle between languages is a process very similar to evolution. A word, like a gene, will travel and prevail according to its usefulness. A word’s fitness to survive may derive from being attached to a desirable new invention or substance, or simply from being an amusing or useful concept.”
Kaynak: blog.getemoji.com/post/132033693730/getemojicom-now-has-all-the-new-emojis-these-can%5B/caption%5D
Yukarıda da bahsettiğim gibi dilin geçirgen bir yapıya sahip olması ve sadece toplumsal nedenlere dayanmaması ile birlikte koruyabilmek oldukça zordur. Hatta dil bozulmak üzerine hareket eder. Peki gerçekten dilimizi korumalı mıyız yoksa tek bir dil anlayışına doğru yavaş yavaş hareket edip tekrar eski günlerdeki gibi piktograflara mı dönmeliyiz?
Emojiler hayatımıza gireli aslında çok uzun bir süre olmadı, 1999 yılında ilk emoji Shigetaka Kurita tarafından yaratıldı. Kurita bu yaratımı piktograflardan ilham alarak yaptığını belirtmiş. Yani aslında kökene dönerek hareket edip daha sonra milyonlarca insanın neredeyse tüm isteklerini anlatabileceği ve hatta çok daha ileriye gidebileceği bir hale getirmiş olmuş.
Duyguların ifade edileceği 180 tane emoji hazırlayan Kurita’ya küçük bir saygı duruşunda bulunalım ve devam edelim.
İnternetin ilk dönemlerindeki iletişim metin bazlı bir iletişimdi ve duyguları ifade edebilmek için dahi yazmak gerekiyordu. Ancak emojilerin ve emoticonların hayatımıza girmesi ile birlikte hem iletişim daha keyifli bir hal almaya başladı hem de aynı zamanda iletişim temeli daha anlaşılabilir ve basit hale geldi. Çünkü kızgın bir emoji gördüğünüzde artık karşınızdaki kişinin size ne kadar kızdığını anlayabiliyor, hatta normalde çok gülen bir emoji paylaşırken bir anda hafifçe gülen emoji paylaştığında onun çok da gülümsemediğini tahmin ediyorsunuz.
Bunların yanı sıra yalnızca emojiler değil aynı zamanda filtreler, “sticker”lar, küçük tatlı eklemeler ile birlikte anlatacağımız her şey yeni bir dünyada konuşabilmek gibi bir anlam ifade etmeye de başladı.
Teknolojinin gelişmesi ile birlikte ise artık duygularımızı aynalama ya da gerçek zamanlı etkileşimle de verebileceğiz. AR bunun için hazır beklerken Apple’ın Animoji’leri ise görünümü başka bir noktaya taşıyacak.
Dile gerçekten gerek var mı?
Böylesine herkesin ortak bir dil ile hareket edebileceği bir noktada ise farklı dillerin bir ihtiyaç olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. Hatta dile gerek var mı? (Linç etme konusunda kendini hazır hissedenleri yoruma bekliyorum çünkü yukarıda söylediğim her şeyi doğrulama ve yanlışlamalarımı ceplerime doldurdum. Come at me bro!,:))
Sizinle tamamen dil olmadan yaşanan bir deneyimi de paylaşmak isterim: No Words.
Bu beyefendi sözcükleri kullanmadan Hindistan’da bir tren yolculuğu geçiriyor. Onun turist olduğunu anlayanlar ona nerelerin fotoğrafının çekilmesi gerektiğini dahi ona anlatıyorlar. Ancak dilleri ortak değil. Yine de anlaşıyorlar ve bu yolculuk keyifli bir şekilde sonlanıyor.
Kaynak: www.freemake.com/blog/funny-emoji-alphabet-for-emotional-users/%5B/caption%5D
Bu noktada tabii ki dillerin yok olması gerektiğini asla ve asla söylemiyorum ancak emojiler gibi ortak anlamlar ifade edebilecek sembollerin anlaşma ve global hareket edebilme noktasında çok da faydalı olabileceğini söylüyorum. Tabii bunun için belki de en az 1 dilin sahip olduğu kelime ya da kavram kadar da emojiye sahip olmamız gerektiği aşikar. Örneğin bir iş görüşmesini tamamen emojilerle yaptığınızı düşünebiliyor musunuz? Ya da bir filmi tamamen emojilerle anlatabildiğinizi tahayyül edebiliyor musunuz?
Ben bunun çok uzakta olmadığını düşünüyorum. Tabii ki dil ölmeyecek ancak ilkokul yaz dönemlerinde çalışma kitaplarımızdaki boşluk alanlarda yer alan piktografların altına onların ne olduğunu yazarak hikayeyi oluşturabileceğiz gibi. Yani yaz tatilimizi çok kolayca emojilerle de anlatabileceğiz.
Beni bu yazıyı kurgularken en çok düşündüren ve heyecanlandıran şeylerden bir tanesi bu olmuştu. Ortak bir dil yaratabilir miyiz, yaratabilirsek bunu nasıl yayarız? Örneğin yaratacağımız dil İngilizce’den ne farkla daha öğrenilebilir ve evrensel olarak konuşabilir olacak?
Hele bir de 5.000 dil olduğunu düşünürsek. Yeni bir tanesini eklemenin ne faydası var?
Bir dil yaratmak her zaman bunun yalnızca romanlarda kalacağı anlamına gelmez. Bunun en güzel örneklerini J. R. R Tolkien göstermiş olsa da, Esperanto dilinin büyük bir kullanıma sahip olması ve bu dilin de 1887 yılında icat edildiğini düşünürsek bunun imkansız olmadığını görebiliriz. Şu anda 2 ile 8 milyon arasında insanın L. L Zamenhof’un yarattığı bu dili kullandığını düşünürsek azımsanmayacak bir sayı elde etmiş oluruz. Tabii ki 6 milyar nüfusu göz önüne aldığımızda ise bu devede kulak kalıyor.
İletişimi güçlendirmek için: Tıpkı Esperanto ve Ithkuil dilinde olduğu gibi.
Deney için: Dille ilgili bazı deneylerin yapılabilmesi için
Kurgu edebiyatını güçlendirmek için: Tıpkı Tolkien’ın da yaptığı gibi yalnızca bir dil yaratma seviyesinde de kalmadan onun tarihi ile birlikte yaratılması ve okuyucunun anlam evreninde daha büyük bir yer edinmek için.
Gizli bir şekilde iletişim kurmak için: Bazen en yakın arkadaşınızla, bazen kendinizle ya da bazen devletlerarası iletişimi gizli tutabilmek için.
Oyunlar için: Tıpkı kurguda olduğu gibi video oyunlarında da derinliği bir üst seviyeye çıkarabilmek için. Dovahzul dilini de şuraya iliştirmek isterim. Elder Scrolls video oyun serisi için üretilen bu dilin alfabesi de pençe izlerini anımsatacak şekilde kurgulanmıştır.
Tüm insanların birbirini anlayabildiği, bilgisini ve en değerli varlığı olan tecrübelerini paylaşabildiği tek bir dil mümkün mü?
Yakın gelecekte bunu mümkün görmüyor olsak da dünyamızın geçirebileceği değişimleri göz önüne aldığımızda cevap “Evet” olabilir. Bu dilin emojilerle kurgulanmış bir dil olma ihtimali şu anda az geliyorsa da piktograflar ve logografilerle anlatabilme ihtimalimiz oldukça yüksek.
Peki iletişim bu kadar kolay hale gelirse sözlü dil geri planda kalarak yazılı dile dönüş olabilir mi? Hatta AR ve ondan daha üstün teknolojiler hayatımıza girdiğinde bilim kurgu filmlerinde olduğu gibi zihnimizden geçenler başkalarının ekranlarında işaretlere dönüşebilir mi?
Ben bunun ikisine de evet diyerek huzurlarınızda yeni bir tartışma konusu açıp ayrılıyorum:
İnsan iletişiminin en temel parçası konuşmayı kaybedersek elimizde ne kalır?
Olsun, hangimiz unutmuyoruz ki... Yeni bir şifre oluşturmak için e-posta adresini girmen yeterli.
Kapat
Çok faydalı bir yazı olmuş, çok teşekkürler 🙂
Çok teşekkür ediyorum 🙂 Giriş yazısı olarak biraz fazla detaylı oldu ama içime sinen, “Kısa yazı okumak istemiyorum!” diyenlere deva bir içerik çıktı 😛
Çok faydalı bir yazı olmuş, elinize sağlık 🙂