Araba kullanmak gibi, mobil telefonunuzu elinize alıp ekranına bakmanıza izin vermeyen aktiviteler esnasında ses direktifleriyle telefon fonksiyonlarına erişim sağlayabilmek oldukça çekici bir özellik olduğundan, telefon işletim sistemi alanında Apple’a rakip olan Google (Voice Search > Google Now > Google Assistant) ve Microsoft da ses komutları ile yönetilebilen akıllı asistanlar geliştirmeye koyuldular. Google, rekabet edebilmek için aynı yıl içinde Voice Search uygulamasını Appstore’da piyasaya sürdükten sonra 2013 yazında Google Now ile Android işletim sistemli cihazlara benzer yetkinlikler kazandırdı. Microsoft ise, gerçekten bir yerlerde Windows Phone kullanan birileri olması ihtimaline karşı, kendi mobil işletim sisteminde bu açığı kapatmak üzere 2014 yılında Cortana’yı geliştirdi.
2015 yılında Facebook, kendi mesajlaşma aplikasyonu içinde çalışan yapay zeka uygulaması Facebook M ile, Amazon ise Echo adını verdiği sesli iletişim çözümünün yapay zeka karakteri Alexa ile rekabette yerlerini aldılar. 2016 yılında Apple ve Microsoft akıllı asistan uygulamalarını bilgisayar işletim sistemlerine taşırken Google’ın hamlesi ise iPhone ile doğrudan rekabet edebilmek için ürettiği Pixel serisi telefonların içine Google Assistant adını verdiği yeni bir akıllı asistan uygulaması entegre etmek oldu.
Hem yazılım hem donanım alanında farklı kombinasyonlarda rekabet halinde olan bu beş şirketin beşinin de birbiriyle kıyasıya yarıştığı belki de tek konu yapay zeka ile çalışan akıllı asistanlar. Bu beş şirketin bir ortak yönü daha var! Bu yazının yayınlandığı tarihte dünyanın en yüksek piyasa değerine sahip beş şirketi olmaları: Sırasıyla Apple, Google (Alphabet), Microsoft, Amazon ve Facebook.
Bilgisayar teknolojisinin yaygınlaşmasını fırsata çeviren Microsoft ve bilgisayarın evlere girip bir tüketim ürünü haline gelmesinden faydalanan Apple, bilişim pazarının eski oyuncularından. İnternetin yaygınlaşması ile oluşan yeni imkan ve ihtiyaçları en iyi değerlendiren oyunculardan Google arama, Amazon e-ticaret, Facebook ise sosyal paylaşım köşesini kapmış durumda. Bu oyuncuların tümü insanların veri işleme, arama, alışveriş, sohbet, paylaşım gibi günlük aktivitelerini gerçekleştirmek için kullandıkları platformların sağlayıcıları; dolayısıyla reklam verenlerin ya da üreticilerin tüketicilere ulaşabilmek için kullanmak zorunda olduğu kanalları ellerinde bulunduruyorlar ve bu kanalları kaybetme ihtimalleri yok denecek kadar az. Ancak bu, sonsuza kadar zirvede kalmalarının garanti olduğu anlamına gelmiyor. Bu şirketler lider oldukları kanallar üzerindeki egemenliklerini kaybetmeyecek olsalar da, yeni teknolojiler ile lider oldukları kanalların tüketicilerin hayatında kapladığı yerin zamanla azalması mümkün. Aynı internetin yayılımı ve erişim hızlarının artışıyla sırasıyla geleneksel basılı, sesli ve görsel iletişim kanallarını hayatımızdaki yerini kaybetmeleri gibi.
Anahtar kelime: Karar
Her türlü tüketimin, temelde tüketilen ürün ya da içeriğin üretim maliyetinden kaynaklanan bir bedeli var. Ancak modern ekonomi şartlarında bu bedeli her zaman tüketici ödemek zorunda değil. Radyoda yayınlanan bir şarkıyı dinlemek ya da televizyonda yayınlanan bir filmi izlemek için herhangi bir bedel ödemeniz gerekmiyor. Ancak spesifik bir şarkı dinlemek ya da belli bir film izlemek istediğinizde, yani tüketeceğiniz içeriğin ne olduğunun kararını verdiğinizde karşınıza bir maliyet çıkabiliyor. Bu bir CD ya da DVD bedeli ya da Netflix ve Spotify gibi tüketeceğiniz içeriğin kararını size bırakan bir platformun abonelik bedeli olabilir. Yani hangi içeriği tüketeceğimizin kararını verebilmek için bir bedel ödemeye hazırız.
Fakat karar verebilmek için bilgi gerekiyor ve bilgi edinimi de erişim ve zaman gerektirdiğinden masraflı bir süreç.
Bir film izlemek istediğimizi varsayalım. Sadece “bir film” izlemek istiyorsak sorun yok, televizyonu açıp karşısına oturabiliriz. Ya da spesifik bir film izlemek istiyor olabiliriz; örneğin Titanic. Bu durumda da fiziksel ya da dijital bir platformda, Titanic’in bir kopyasına bedeli karşılığında sahip olmak mümkün. Sorun bu iki durumun arasında kaldığımızda başlıyor. Yani spesifik bir film ya da herhangi bir film değil, “iyi” bir film ya da “hoşunuza gidecek” bir film izlemek istediğinizde…
Yüksek seviyede bir karar alıp subjektif parametrelerle rafine etmemiz gerektiğinde bilgi gereksinimi, dolayısıyla maliyet maksimum seviyeye ulaşıyor. İşte Amazon’un ticareti, Spotify ve Netflix’in film ve müzik endüstrilerini altüst etmelerinin sırrı da burada yatıyor. Arkaplanda çalışan bir “akıllı asistan” size geçmiş tercih ve davranışlarınız ışığında tüketim önerileri sunarak minimum efor ile karar vermenizi sağlıyor.
Titanic’i beğenmiş olmanızın sebebi, başrolde Leonardo Di Caprio’nun oynuyor olması, bir dönem filmi olması, gerçek bir hikayeden esinlenilmiş olması, romantik bir öykü olması, trajik bir sonu olması, bunların hepsi ya da hiçbiri olabilir; hatta Titanic’i niçin beğendiğinizin farkında bile olmayabilirsiniz. Film piyasası hakkında hiç bilgi sahibi olmadığınızdan, Titanic’i sevdiğiniz için yönetmeni James Cameron’un daha sonra çektiği filmleri de beğeneceğinizi zannedip kendinizi sevgilinizle romantik bir akşamda Avatar izlemeye çalışırken bulabilirsiniz. İşte Spotify ve Netflix, yapay zeka algoritmaları sayesinde, kendi mecralarında yüksek seviye tüketici kararlarını spesifik ürün tüketimine yönlendirmeyi iyi becerdikleri için bugün kendi pazarlarının lider platformları konumundalar.
Aynı konu fiziksel tüketim ürünleri için de geçerli. Televizyon piyasası konusunda yoğun bilgi sahibi olmanız, buzdolabına ya da kahve makinesine ihtiyacınız olduğunda karar vermenizi kolaylaştırmıyor. Burada da Amazon’un ürün önerileri ve kullanıcı yorumları devreye girerek hangi spesifik ürünün ihtiyacınızı tam olarak karşılayacağına dair bir fikir sahibi olmanızı sağlıyor.
Gördüğümüz üzere, yapay zeka tabanlı sistemler şimdiden tüketime yön vermeye başladılar. Fakat hala aşılamamış olan iki önemli kısıt var. Bunlardan birincisi, platform bağımlılığı. Netflix’in ya da Amazon’un yapay zeka algoritması, son derece gelişmiş olsa da akşam yemeğini nerede yiyeceğime karar vermeme yardımcı olmuyor. İkinci kısıt ise mevcut yapay zeka sistemlerinin ortada bir yüksek seviye karar (“film izlemek”, “bulaşık deterjanı almak”, “yemeğe gitmek”) olmadan çalışamıyor olmaları. Dolayısıyla kullanıcıya daha yakın konumlanacak olan kişisel asistan çözümlerinin günümüz platformlarındaki akıllı algoritmaların yöneticisi haline gelmesi mümkün. “Haftaya havalar çok soğuyacak, bir termal içlik almak isteyebilirsin.” ya da “Kurban bayramında ne yapacağına karar verdin mi? Tayland ve Güney Amerika biletleri bu ara çok ucuz” gibi tüketime yönlendirici önermeler yapabilen bir platformun sahibi, servis ve sektör ölçeğinde çalışan tüm diğer platformların da talebini kontrolü altında tutabilir.
Otel rezervasyonunu Booking.com yerine daha iyi (hatta aynı) şartlarla az bilinen başka bir platformdan yapma kararını verebilen, alibaba.com’da satılan bir ürünün tedarikçisini tespit edip siparişi doğrudan daha uygun şartlarla iletebilen bir yapay zeka düşünün. Arz ile talep arasında tek bir katman kaldığında, o katmanı yöneten şirket günümüzün teknoloji devlerini gölgede bırakacak bir hacme ulaşacak. İşte bu yüzden dünyanın en değerli beş şirketinin beşi de kullanıcıyla doğrudan diyalog kurabilecek bir yapay zeka katmanı geliştirebilmenin peşinde. Bu yarışı kaybeden ise yapay zeka döneminin Lycos’u ya da Altavista’sı olarak hatırlanacak.
Gökalp bey, yaptığınız analiz ve değerlendirmedeki tespitleriniz için tebrik ederim.
Çok başarılı, heyecan verici ve çok faydalı bir makale olmuş.