Alışveriş sepetiniz şu an boş
Tüm eğitimlere göz atarak ilgi duyduklarını sepetine ekleyebilirsin.
Alışveriş sepetiniz şu an boş
Tüm eğitimlere göz atarak ilgi duyduklarını sepetine ekleyebilirsin.
Startup Sohbetleri serimizin bu bölümündeki konuğumuz, Türkiye'nin küresel ölçekte en başarılı girişimlerinden biri olan Zeplin. Bizi İstanbul ofisinde ağırlayan kurucu ortaklardan Pelin Kenez ile Zeplin'in geçmişi, Y Combinator süreci ve gelecekte neler olacağı üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik.
Aşağı yukarı üç yıl oldu. 2014 yazında başladık, Haziran ayıydı. Bir ay sonrasında önce bir alfa çıktık, üç ay geçtikten sonra bir beta çıktık, ilk betamızı yayınladığımızda Eylül’dü. O zamandan beri var Zeplin.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Endüstri Ürünleri Tasarımı okudum. Mezun olduktan sonra direkt çalışmaya başladım. O zaman Pozitron’du şimdi Monitise oldu, orada çalışmaya başladım. Biraz ilgim vardı bu alana aslında. Sonrasında orada da iki buçuk yıl kadar çalıştım. Orada daha çok mobil uygulamalar üzerine çalıştık. THY, İş Bankası gibi markalar için daha çok mobil odaklı projeler üzerine çalışıyorduk. Sonrasında da aslında Zeplin fikri biraz oradan çıktı diyebilirim. Şöyle; ben tasarımcıyım, diğer üç ortağım da yazılımcı. Biz tasarımları paylaşırken sürekli bir git gel döngüsüne saplanıyorduk. Ben ekran görüntüleri alıp üzerine “spec”leri yazıyordum ama mesela Android ise farklı, iOS ise farklı, bir de bunları her güncellediğinizde tekrar bu manuel süreci yapmamız gerekiyordu. Bu süreçlerdeki git gel yorucu oluyordu ya da diyelim ben bazen bir “spec”i yazıyorum ama yazılımcı diyor ki “bana aslında şunlar da lazım” vs. Dosyalar e-postalarda, başka bir yerlerde, sürekli bir gereksiz efor, manuel ve gitgide uzayan bir süreç vardı. Sonrasında Berk’le ikimiz ayrıldık, 6 ay kadar freelance bir şeyler yaptık ama o süreç boyunca da Zeplin aklımızda fikir olarak hep vardı. O sıralarda girişimcilik ekosistemleri, nasıl girişimci olunur gibi konulara çok hakim değildik ama hani böyle bir problem var, bunu çözmeye çalışalım gibi bir amaçla başladık.
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç.
Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Dördümüz başladık. Merih ve İsmail de var ama onlar o sırada Berlin’delerdi. Biz hepimiz Monitise’dan tanışıyoruz ama onlar Monitise’dan sonra Berlin’e gitmişlerdi. Berk’in uzmanlığı iOS idi o zaman, İsmail Android üzerine çalışıyordu, Merih ise web backend. Bu açıdan bakınca problemin her noktasından insan vardı ekipte, o da güzel bir şanstı bizim için.
Aslında bu işi kısmen çözmenize yarayacak Sketch ve Photoshop eklentileri gibi ürünler vardı ama çözüm yolları farklıydı. Yapmaya karar verdiğimizde ilk başta dedik ki “Biz şimdi Türkiye’de çalışıyoruz ama dünyada neler oluyor, bu problemi insanlar nasıl çözüyor?”. Sonra bir sürü tanımadığımız insana, LinkedIn ve Dribbble gibi mecralardan mesajlar atmaya başladık. Herhalde iki yüzden fazla insanla konuşmuşuzdur. Belki bunların %10 kadarı dönmüştür ama o ekiplerle de neler kullandıkları, nasıl çözdükleri, yazılımcı ve tasarımcı arasındaki bu ilişkiyi nasıl yürüttüklerini sorduk. Sonrasında o geribildirimlerden gördük ki, ne mevcut araçlar bunu tam olarak çözüyor, ne de aslında insanların istedikleri o. Biz bu adımda problemi biraz daha iyi anladı; yani bu problemi nasıl çözersek daha faydalı olur kısmını daha bir netleştirdik. Başlarken bizim kafamızda bir ürün vardı ama insanlarla konuştuktan sonra belki bizim altıncı önceliğimiz bir anda ilk sıraya çıktı. Kısacası, o konuşmalardan sonra yol haritamız kısmen değişti; bazı şeyleri çok daha öne aldık. Yani bu geribildirim süreci çok, çok işimize yaradı diyebilirim. Ben hala o konuşmalara çok teşekkür ediyorum şimdi.
Sanırım büyük oranda bu yüzden, Zeplin ilk çıktığında çok fazla insanın ilgisini çekti. Mevcut araçlardan farkı, gerçekten insanların isteklerini daha çok istedikleri gibi yapıyor olmasıydı. Bize söylenen geribildirim, mesela, o dönem kullanılagelen eklentiler şöyle çalışıyordu: Siz, diyelim ki tasarım dosyanızda bir butonu seçiyorsunuz ve ona basınca orada onun speclerini görüyorsunuz ama bunu yaparken sizin dosyanızda yeni katmanlar oluşturuyor. Sonrasında bunları paylaşmak için siz yine bunları PDF formatına çeviriyorsunuz ve o noktada yine offline bir doküman oluşuyor. Yine git gel, yine aynı durum, yine aynı şeyler… İnsanlar tam olarak bu manuel süreci istemiyordu zaten; daha otomatik bir şey olsun diyorlardı. Yazılımcı tarafından bakınca “Bana hep piksel geliyor ama ben başka birimlerle çalışıyorum!” deniyor mesela, o birimler arası çevirilerin olmamasından rahatsız. Biz de konuştukça öğrendik bunları aslında ve Zeplin’in “en en ilk” versiyonunda şöyle çalışıyordu; tasarımcı hiçbir şey yapmıyordu, biz tasarım dokümanına eklenti yüklüyorduk ve Zeplin o veriyi alıp direkt farklı proje tiplerine göre çeviriyordu. Aslında ilk ilk ilk yaptığımız ve MVP (Minimum Viable Product) dediğimiz üründe bunlar vardı.
Gibi. Evet, yani… Alpha’da değil ama Beta’da aslında, yani assetler falan birşey yoktu ama minimumda mesela ekrandaki katmanlara tıklandığınızda onların değerlerini görebiliyordunuz gibi.
Evet, evet..
Geçen haftaya kadar on iki kişiydik, bu hafta on dört olduk. Bunların ikisi yarı zamanlı. İlk başarken dört kişiydik. Bir yıl sonra, Y Combinator’ın ardından, Türkiye’ye döndük, o zaman sekiz kişi olduk. Sonraki bir yılda on iki olduk, şu anda da on dört işte. Bunların altısı San Fransisco’da, kalanı burada. Aslında iki tarafta da ekip büyüyor, yani, özellikle Türkiye, özellikle San Fransisco gibi bir şeyimiz yok. Güzel insanlar nerede varsa orada devam ediyoruz aslında.
Olur. Bir kere çok, çok faydalıydı bizim için, çünkü dedim ya hani, bir ürün olarak başladık aslında ama kimsenin kafasında böyle bir “business” bir girişimcilik vs yoktu. Bu nereye gider, ne olur, start-up bilgimiz, hiçbir şeyimiz yoktu aslında. Ürün ekibi olarak başladık biz. Y Combinator’a girince bunun aslında vizyon olarak gerçekten milyon dolar, belki milyar dolar bir yere gidebileceğini orada hissettik aslında. Onlar bize biraz daha hani, “Bu bir iş, neler yapabilirsin, vizyonsal anlamda nasıl düşünmen gerek?” gibi şeylerde ya da mesela, diyelim, bir şey denemek istiyorsunuz, Y Combinator size hep şunu aşılıyor: Çok hızlı dene, en küçük haliyle dene. Bu herkesin söylediği şey ama, onu üç ay boyunca size söylemenin yanında bir de zorla yaptıran bir ekip de oluyor başınızda. Her hafta size “Geçen hafta şunu yapacaktın, yaptın mı?” diye bunu soran bir ekip oluyor. O yüzden de bunu gerçekten de biz üç ay boyunca her hafta böyle hep bir şeyler deneyerek, hep iteratif bir şekilde ilerleyerek geçirdik… Mesela ücretlendirme. Zeplin ile Y Combinator’a girdiğimizde “private beta”daydı. Bize Y Combinator’dakiler dedi ki, “20 bin kullanıcınız var ve hala para almıyorsunuz. Böyle bir şey olamaz, paralıya geçin artık, haftaya kadar da geçin.” Biz diyoruz ki, “Nasıl öğreneceğiz ‘pricing’ bilmiyoruz. Önce çalışmamız lazım, bir şeyler yapmamız lazım.” Onlardaki bakış ise şu: Benzer bir aracı inceleyin, öğrenin, önemli değil.
İlk aşamada çünkü merak etmeniz gereken şey şu: İnsanlar para verecek mi? Veriyorlarsa sonrasında zaten çalışır, güzelini yaparsınız. Biz böyle sabahlayarak hani final dönemlerinde sabahlarsınız ya, tıpkı o şekilde çalıştık. Şimdi o sürecin ardından bakınca ben Y Combinator zamanını aslında bir üniversitenin final dönemi gibi değerlendiriyorum. Network anlamında da Y Combinator’ın kendi mezunları birbirleri arasında çok, çok iyi bir dayanışma ağı yürütüyorlar. Herhangi bir şekilde bir sorunuz varsa bir gruba falan yazdığınızda, size belki o ulaşılamaz gibi görünen ekiplerden insanlar yazıyor, birbirlerini çok tutup çok fazla yardımcı oluyorlar. Yatırımcı anlamında da çok, çok iyi yatırımcılar var. Bu anlamda Y Combinator’ın şöyle bir kuralı var; son iki yılda eğer hiçbir YC girişimine yatırım yapmazsanız bir daha YC demolarına gelemiyorsunuz. O yüzden de aslında aktif yatırımcılarla çalışıyorlar. Yani öyle “Ben geleyim de bir de bu demoyu izleyeyim” deyip gidemiyor insanlar. Gerçekten iki yıl maksimum yatırım yapmadan gelebilirsiniz yoksa gelemiyorsunuz. O yüzden aslında gelen herkes aktif yatırımcı ve yatırım süreçleriniz çok kısa, çok hızlı ve çok faydalı oluyor o yüzden.
Özellikle bir şey demiyoruz bunun için ama biz zaten insanları işe alırken, yani onlarla ilk tanıştığımızda, buna zaten daha yatkın olan insanları ekibe almaya çalışıyorduk. Yani kullandığı sistemler olsun, araçlar olsun… Bir insanı zaten ilk başta konuşurken anlayabiliyorsun. Ne kadar yeni şeylere yatkın, ne kadar hala eski araçları kullanıyor… Çünkü biz çok yeniyiz, hani bir kere ekibe gelen herkesin kendi başına belli bir şeyleri üstlenip yapabiliyor olması lazım, hiyerarşik bir düzenimiz yok mesela şu an. O yüzden de “Sen şunu şunu yapacaksın” diyen birisi yok. Aslında herkes bir şeylere karar verdikten sonra dağılıp kendi görevlerini bitirme amacıyla çalışıyor. O yüzden de zaten biz ilk konuşurken insanlar gerçekten yeni bir şeyler öğrenmeye meraklı mı diye çok bakıyoruz mesela. Bunun için özel bir zaman yok ama zaten dediğin gibi işliyor; herkes gün içinde bunu her zaman yapabilir. Sıkı “deadline”larla çalışmıyoruz mesela, o yüzden de şunu yetiştirmem lazım, bunu şimdi okumayayım diye bir şey yok. Biraz daha o konuda hem istediğini okuyup hem de işini yaptığında “deadline” ne zaman oluyorsa, o bizim için tamamdır. Kısmen tabii; yoksa üç ay sürsün gibi değil ki zaten alacağı süre en başta bir konuşuluyor. O yüzden de bunun için özel bir gün yok ama insanlar gün içinde kendileri ne zaman isterse yapıyor gibi diyeyim.
Şöyle… Haftalık toplantılarımız oluyor ve bunlara bütün ekip katılıyor. Bunun içinde destek ekibi de var, Mac ekibi de, işte web ekibi de, tasarım da… Herkes var ve insanlar, tek tek geçen hafta nelerle uğraşmış, bu hafta nelerle uğraşılacak, bunlardan bahsediyor. Bu anlattığı şey, çok ekstra detay bir “bug” bile olsa, insanlar bunu anlatıyor ve diğerleri anlayacak, anlamayacak gibi bir durum da yok. Daha detaylı bir şekilde şöyle anlatabilirim; herkes o hafta ele alacağı konuyu, toplantıdaki diğer insanların anlayabileceği bir şekilde anlatıyor. Biraz şöyle ilerliyor; bütün ekip aslında birbirinin ne yapacağından haberdar ve zaten birbirlerine bağlı çalışıyorlar. Burada aslında şunu konuşuyorlar; “Ben tasarım, işte tasarım tarafı bu hafta bunu yapacak, o Çarşamba gibi biter, o zaman Mac ekibi şuna Çarşamba günü başlayacak” gibi.
Bunun dışında Trello kullanıyoruz. Trello kartlarımız Slack’e bağlı. Slack üzerinde o kartlar yer değiştirdiğinde işte ilgili herkes “Tamam, şu iş bitmiş, demek ki ben başlayabilirim” gibi ilerliyor… Sonrasında şimdi iki ekip iki farklı coğrafyada olduğu için de hem Slack çok aktif kullanılıyor, hem de o Trello kartlarına falan çok bakıyoruz.
Gibi, evet. Bu çok güzel ve aslında hep tutmak istediğimiz bir şey. Kullanıcılarımızın yaklaşık yarısı Amerika’da, kalan kısımlar da Rusya, Avrupa, Çin gibi biraz dağınık durumda. Özellikle şurası başı çekiyor diyebileceğimiz bir yer yok ama dediğim gibi Amerika %50, kalan kısım da çok küçük, farklı farklı yerler… O yüzden de bizim bu saat diliminde bir ekibe her zaman ihtiyacımız olacak. Buradaki ekip mesela sürekli sorularla ilgileniyor. Kullanıcılardan bir şeyler geliyor, bazen bir hata olursa buradaki ekip çözüyor onları. Çok aktif bir şekilde kullanıcılarla konuşuyoruz.
Şöyle; mesela ben ürün tasarımcısıyım. Zeplin’i ilk hayata geçirirken insanlarla konuştuğumuzda o kadar faydasını gördük ki, sonrasında hep bunu koruyalım ki bize yön göstersinler dedik. Öncelikle şunu söyleyeyim; bütün ekip kullanıcılarla konuşuyor. Yani destek ekibinde sadece iki kişi var ya da sadece ürün tasarımcısı bu işe vakit ayırıyor gibi bir şey yok. Bütün ekip gün içinde minimum 5-10 kişiyle konuşuyor. Bunun amacı da, Zeplin’e nasıl geribildirimler geliyor, hatalar neler, anlaşılmayan yerler neler gibi konuları kendilerinin ilk elden görüp, ona göre düşünmelerini istiyoruz biraz. Çok aktif bir şekilde Intercom kullanıyoruz, onda da hem uygulamanın içinde bize ulaşabilecekleri bir yer var, hem de insanlar kaydolduklarında ilk bir hoşgeldiniz e-postası gidiyor, sonrasında yaptıkları işlemlere göre farklı e-postalar gidiyor. Örneğin Sketch kullanıcısına farklı, belirli sayının üzerindeki aktif kullanıcılara farklı, belirli sayının üzerinde oturum açtıysa yine farklı ve bu kez benden bir e-posta gidiyor, geribildirim soruyor vs. Böyle aslında küçük küçük metriklere bakıp, farklı kişiselleştirilmiş e-postalar gönderiyoruz. Bunun amacı da o kullanıcı özelinde neler uyapabileceğimizi biraz daha iyi anlayabilmek. Bu konuda çok şanslıyız, çünkü kullanıcılarımız tasarımcı ve yazılımcı, bu yüzden dönüşler normal ürünlere göre çok daha yüksek, detaylı ve verimli. Hatta öyle detaylı ki, bana taslak çizimler ve prototipler bile geliyor. Bunları yapması mesela bence en az 1 saatini almıştır ve bence bugün bir tasarımcının bir saati çok önemli. Yani normalde gün içinde çalışırken ayırması zor bir zaman ama geliyor o geribildirimler. Bu şekilde atıyorum hata raporu yollayan yazılımcılar, uygulama kayıtlarıyla “Hatayı tekrar buldum, bir de siz bakın” şeklinde yollayabiliyorlar. O konuda çok şanslıyız.
Evet, evet… Facebook grubumuz var mesela, orada da biri bir şey soruyor, onun altına başka biri cevap veriyor, sonra onun tartışması da yine kullanıcılarımız arasında yürüyebiliyor. O açıdan bayağı şanslıyız. Diyelim insanlar bir şey istiyorlar, ilk başta kullanıcıya şunu soruyoruz: Neden buna ihtiyaç duydun, sizin “use case”iniz ne? Mesela ben hep bu örneği veriyorum; çokça klasör oluşturabilme isteği geliyor Zeplin’e ama bunu neden istiyorsun dediğimde, aslında problemin temelinin ekran organizasyonunu yapamaması olduğu ortaya çıkıyor. Şimdi siz ilk adım olarak organizasyon ihtiyacının temelini bulursanız, nasıl çözeceğiniz değişir; klasör olur, bölümleme olur, segmentasyon olur vs farklı çözümler bulabilirsiniz. Tamam bunu istedin ama neden istedin, nasıl istiyorsun? Bu aslında Zeplin’in de genel ürün geliştirme sürecinin de en temel taşlarından biri; “Haydi şunu yapalım!” değil de, “Bunu neden yapıyoruz?” gibi bir yaklaşım var. Sonrasında bu geribildirimleri bir yerde topluyoruz, şu istekten şu kadar geldi, bundan bu kadar geldi diye gruplanıyor ve “Acaba bu bizim ürün vizyonumuza uygun mu? Ne kadar istek geliyor? Çok istek var ama çok uzun sürecek bir iş olabilir.” gibi ayrıştırılıyor. Sonuçta bir start-up olduğumuz için çok uzun sürelileri değil de, daha hızlı yapabileceğimiz olanları tercih ediyoruz. Biraz aslında bu önceliklere göre kararlar verip, sonra devam ediliyor…
Şöyle, çok uzun vadeli yol haritalarımız yok, çok hızlı değiştirebiliriz, mesela geçen hafta Sketch 49’la prototipleme özelliği çıktı, biz bunu iki gün önce öğrendik, sonrasında iki günde hemen bu özelliği desteklemek için çalıştık. Komple iki günü ona harcadık bütün ekip olarak ve destekleyebilecek geliştirmeyi tamamladık. Bazen bunlar o sırada tasarım ve yazılım dünyasında neler olduğuna göre değişebilen şeyler oluyor…
Önceliklendirme konusu da genel olarak şöyle gelişiyor: Birincisi; tabii ne kadar isteniyor o özellik ve gerçekten ne kadar elzem, onu bir değerlendiriyoruz. Sonrasında bu istenen özellik, ürünümüzün vizyonuyla ne kadar örtüşüyor bunu değerlendiriyoruz. Bu da şu demek; mesela Zeplin’i ilk yaptığımız zaman, “Bütün ‘spec’leri PDF haline kaydedebilsek ne güzel olur!” diye istekler geliyordu, hatta en çok gelen istenen şey buydu ilk günlerimizde… Ama biz bunu yapsaydık, yine offline bir veri üretecektik ve yine git-gel olacaktı. Yani hedeflediğimiz ürünün tam tersi bir istekti bu ve dediğim gibi en çok gelen istek olduğu halde biz yapmadık ve şu an bu istek artık hiç gelmiyor, insanlar bu sürece ve her şeyi online tutmaya alıştılar.
Önceliklendirme aşamasında bir diğer kıstasımız da geliştirmenin ne kadar süreceğine ve ne kadar efor gerektireceğine göre yapılıyor. Sonuçta ekip küçük ve iş ne kadar sürecek, hangi ekiplerin orada çalışması lazım gibi dinamiklere bakıp, çok uzun sürecek ve aşırı efor gerektiren şeyleri de eleyebiliyor ya da erteleyebiliyoruz.
Startup olabilmek bence hızlı büyüyebilmesinden geliyor… Yani tekrar tekrar büyüyebilen kısmınızı ne kadar devam ettirebildiğinize bağlı bence ve Zeplin hala o süreçte bence. Biz hala ürüne bir şeyler katıp hızlı büyüyoruz şu an. Şöyle düşünebiliriz mesela; restoranınız vardır, ikinci şubeyi açmazsanız, o belli bir kapasitede müşteriye hizmet verir ve onu aşamazsınız. Şirket olmak bence biraz böyle bir şey… Biz ise şu an hala gerçekten hem sürekli bir şeyler deneyip, hem de öte yandan büyüdüğümüz kısımdayız. Mesela Airbnb örneğine bakalım; onlar artık bir yerlere geldiler ve işi daha farklı alanlara nasıl götürebiliriz diye düşünüyorlar. Zeplin özelinde ise biz hala birçok şeyi deniyor, yanlışlar yapıyor, bir şeyler öğrenip devam ediyoruz. O yüzden de hala “startup”a daha yakınız.
Şöyle, mesela normalde geçen ay biz Adobe XD ekibiyle ortak bir özellik yayına aldık. Bizim tarafımızda bu özellik birkaç aydır hazırdı ama onlar test vb konularda bir takım isteklerde bulundular. Örneğin şu kadar süre ve bu kadar kişilik ekip test etmeden çıkamayız dediler. Bu süreç Adobe gibi bir şirkette böyle ama Zeplin’de biz bunu bir gün, bazen de iki gün test eder ve çıkarız. Ertesi gün bir takım şeyler ters gider, onları da çözeriz. Yani bir yandan hata gibi, diğer yandan ise sürecin kendisi gibi… Bu bir tercih aslında, mesela biz de belki daha da çok kullanıcımız olunca, bunu iki gün değil de beş gün test edelim diyeceğiz mutemelen.
Şu an 1.3 milyon kullanıcımız var. Bunların içinde “freelancer” gibi ekipler de var. İki kişi Zeplin’i kullanan da var ama örneğin Microsoft gibi binlerce insanın aynı anda kullandığı ekipler de var. Ürün ekipleri de var mesela Twitter, Airbnb, Starbucks vb.
Zor bir soru… Biraz bizim kafamızda hep en iyi olmak var Zeplin için. Bugün görsel tasarımın bitip, geliştirmenin başladığı yerde Zeplin var ama süreci düşündüğünüzde, ilk olarak bir fikirle başlıyor, sonrasında geribildirim süreci var, araştırması, prototipi, her şeyin sonrasında da yazılım geliştirme aşamasında birçok şey var. Zeplin aslında o sürecin içinde çok küçük bir yerde. Bizim ilk hedefimiz buradaki en iyi ürün olmak aslında.
Nasıl bugün kodlarınızı bir yere koymak istediğinizde aklınıza GitHub geliyorsa, Zeplin’in de orada ilk akla gelen araç olmasını istiyoruz. Sonrasında aslında Zeplin için iki tarafa da gidebilir, çünkü aslında hem tasarımcı hem de yazılımcı Zeplin kullanıyor bugün. Biz iki tarafa da gidebiliriz diye düşünüyoruz ama ilk önce şunu yapacağız, sonra da buraya yürüyeceğiz gibi bir planımız henüz yok aslında.
Şöyle, biz ilk muhtemelen kendimiz yapmayacağız bunu. Yani şu an Zeplin kod üretiyor ama ilk bunu yapma şeklimiz muhtemelen dediğin gibi araçlarla mesela Principle ya da Framer ile bir entegrasyon yapıp, onlardan animasyon verisini alıp, kodunu üretmek şeklinde olurdu. Çok yakın zamanda yok ama bu da radarımızdaki konulardan biri. Bu da böyle Fatih gibi arkadaşlardan gelen bir fikir aslında, gelen geribildirimlerden birisi.
Şöyle, biz çok keyifli bir iş yapıyoruz aslında çünkü ekipteki herkes yazılımcı ve tasarımcı ve yine yazılımcı ve tasarımcıların işini çözen bir iş yapıyorz. Ben aslında gün içinde tasarım yaptıktan sonra zaten kendim yine Zeplin kullanıyorum. O yüzden Zeplin için bir şey yapıyor olmak çok keyifli. Yani kullanırken not ekliyorum, “Ya bunu böyle yapmışız, açık değil bu, bunu acaba şöyle de yapsak nasıl olurdu, acaba notlara ekran görüntüsü de eklesek nası olur?” gibi… Bazen çünkü ben eklemek istiyorum ama maalesef yok öyle bir şey. Aslında keyif aldığımız kısım biraz o. Kendimiz de kullandığımız bir aracı geliştiriyor olmak. Benim en büyük motivasyonlarımdan biri bu aslında.
En iyi arkadaşı işe almam gerekse alırım. Yani şöyle diyeyim aslında Zeplin ekibi bu arada 10 kişi neredeyse, daha önceden gerçekten birbirini çok iyi tanıyan ve gerçekten birlikte çok vakit geçiren insanlar. Atıyorum biz Giysi Cini’nin kurucuları Gökay ve Didem ile çalıştık. Sonra Gökay da Didem şu an Zeplin’deler ve Zeplin dışında da çok fazla zaman geçiriyoruz mesela. Bu ilk baktığımız şey, en iyi arkadaşım olması değil ama birlikte çalıştık mı daha önce. Bu çok önemli, çünkü birlikte çalışıp, iş ahlakını bildiğimiz insanlarsa o çok daha tercih sebebi bizim için. Birbirinizi çok daha hızlı anlıyorsunuz, bildiğiniz için çok daha hızlı kararlar verebiliyorsunuz. Tartışmalar çok daha kolaylaşıyor.
İşten çıkartmam gerekse konusunda da aslında şu ana kadar birini işten çıkarmadık o yüzden çok deneyimli değilim… Altı ayda bir görüşme yapıyoruz herkesle, bütün kurucular ve o insan şeklinde. Burada o 6 ayda neler oldu, senin tarafında biz en çok neyi sevdik neyi sevmedik gibi şeyleri konuşuyoruz. O da aynı şekilde ben bu 6 ay boyunca nerede memnundum, nerede değildim söylüyor. Bunu daha da sık yaptığımız insanlar da oluyor, isteğe göre şekilleniyor tamamen. Bunu yapıp aslında karşılıklı olarak aynı yerde miyiz, acaba eksikliklerimiz var mı, varsa neler öğreniyoruz bunlar netleşiyor ve sonrasındaki 6 ay boyunca da taraflar buna dikkat ediyor ya da orada dikkat edebileceğimiz bir şey mi bunu konuşuyoruz. Şu ana kadar şanslıyız, kimseyi çıkarma ihtiyacı duymadık…
Zor bir soru… “Ne olursa Zeplin başarısız olur?” Bugün mesela Zeplin’in yaptığı işi yapan bir çok araç var artık ama Airbnb hala Zeplin’i kullanıyor. Bunu o ekiple konuştuğumuzda bize diyorlar ki, Zeplin’den çıkan veri çok daha tutarlı, çok daha temiz ve aslında dolanmadan direkt istediğimizi alıyoruz. Kullanımı çok daha kolay, erişilebilir. Bu şekilde geribildirimler alıyoruz. Ürünün çok karışık olmadığını söylüyorlar. Mesela biz odağımızı dağıtsaydık ve her isteneni yapsaydık, “oraya da şu butonu koy, şuraya da şunu koyuverelim gibi” ya da “şu araç şunu yapıyormuş biz de onu yapalım da kullansınlar gibi” şeylere kaptırsaydık kendimizi, muhtemelen başarısız olurduk. Çünkü Zeplin’in sevildiği yerler oralar.
Mesela “Biz de handoff yaptık” diyorlar, ürettikleri CSS’e bakıyoruz, aslında kötü yani, biz orada gerçekten bir “React Native” projesi yapıyor ve sonrasında ne faydalı diye bakıyoruz. Sadece kod üretmek için üretmiyoruz, yapalım ve gerçekten anlamlı olan kodlar üretelim gibi bir anlayışımız var. O yüzden bu odağı kaybetseydik bence güzel olmazdı.
Şöyle, ilk betadayken Taskrabbit vardı, bunlar o zaman bize çok büyük gelen isimlerdi. Slack yine aynı şekilde betadayken gelen kullanıcılardan. Prezi, Feedly ve Shopify vardı. Bunların hepsi “private beta”da geldi aslında. İlk 6 ayımızda gelmişti bu ekipler. Hangisinin ilk olduğunu tam bilmiyorum ama biz hepsinde o mutlu süreci yaşadık. Hala da yaşıyoruz mesela bir kaç gün önce başka bir ekip gördük, “Oo kimler gelmiş” diye sevindik…
Neler oluyor şu anda? Bize burada aslında hep şey düşünüyoruz. Zeplin’in gideceği yer, istediğimiz şey şöyle; Örneğin siz bugün bir ürün yöneticisisiniz ve bir şirkete yeni girdiniz. “Ya ben bu projenin tasarımlarına bakayım, bu projede neler olmuş daha önceden” dediğinizde gireceğiniz yer Zeplin olsun. Aslında bir ekibin ya da bir şirketin tasarımsal anlamda ürün geliştirme süreçlerinde ilk aklına gelen yer Zeplin olsun gibi bir hedefimiz var. Yani bu belki gelecek dönemde bir tasarım aracı yapmaksa, belki de o da olabilir… Yani “Bir tasarım aracı yapacağız!” gibi şey söyleyemem şu an, öyle bir planımız yok ama sonuç olarak istenen şey. Bir şirketin tasarım ve yazılım kaynakları için “İlk ve en kolay nereden bunları bulabilirim, nerede tutuyoruz bunları?” dendiğinde ilk akla gelecek araç olmak istiyoruz aslında. 2022’de de umarım oralarda olabiliriz.
Bir tek şey? İdealist olmak olabilirdi… Yani bugün siz bir şeyi ne kadar yapmak istiyor olursanız olun, ne kadar güzel şeyler öğreniyor olursanız olun, bir freelance proje yapınca bütün o öğrendikleriniz şıngır şıngır düşecek olabiliyor. O noktada biraz idealist olun. Bundan da önce ise, ilk olarak kendinizi gerçekten çok sağlam bir şekilde geliştirin. Bugün bir şeye evet ya da hayır diyorsanız, altının çok sağlam olması lazım. Kendinizi o şekilde eğitin, yani okul eğitiminin dışında gerçekten bunu, küresel anlamda iyi diyebileceğimiz ekipler, mesela Airbnb tasarım ekibi ne yapıyor, Facebook’takiler ne yapıyor, bunlardan çıkan bloglar, “best practice”leri çok iyi bilip, o bilgi birikimini kendi istekleriniz doğrultusunda kullanabilmeyi öğrenin. Bir istek gelince “hadi hop tamam” değil de “Ne yapabilirdik?” sorusunu sormak gibi.
Gibi yani evet. Biz mesela Türkiye’deki ekiplerle de konuşuyoruz. Bazen bize tasarım dosyaları geliyor, sadece Türkiye’deki ekiplerden de değil birçok yerden gerçekten kötü dosyalar gelebiliyor. Kötüden kastım, aslında o tasarımcının da öğrenmesi gereken çok şey var. O tasarım aracını mesela doğru kullanmıyor ama o kadar yoğun ki o sırada, bir iş yapması lazım, onu öğrenmek için zamanı yok gibi. O yüzden de o bilgi birikimi, belki de kendi zamanını yaratması için gerekli. Örneğin SHERPA Blog Türkçe içerik sağlamış mesela, bu bence bir şans. İngilizce okumaktan darlananlar için, keşke Türkiye’de de arasaydın, bak böyle de bir kaynak var, biraz tuttuğunu koparmak, aramak, onun için uğraşmak, gerçekten inisiyatif almanız gerekiyor… Biz hala çok çalışıyoruz, yani hiç öyle bir “Oh sabah 9’da geldik, akşam 5’te çıktık” diye bir şey yok. Herkes gece gündüz çalışıyor, herkes gece gündüz forumları okuyor, Twitter’daki en küçük bir Zeplin “mention”ını okuyoruz tek tek, çünkü oradan besleniyoruz ve hala bunun yanında “best practice”leri takip edip, ona göre bir şey çıkarmaya çalışıyoruz aslında…
E-kitap değil de, Illusion of Life: Disney Animation diye bir kitap aslında, Disney ekibinin animasyon yaparken ilk fikir geliştirme ve bunu uygulama süreçlerini anlatan bir kitap, animasyon özelinde anlatıyor ama baktığımızda UI, UX her türlü alana, hatta ürün geliştirmeye komple uygulanabilecek metodolojiler var. Çok da keyifli bir kitap yani bunu bir yanda Mickey’in animasyonlarını görerek okuyorsunuz. Ben en yakın zamanda onu okudum ve bu arada okuduğum en keyifli kitaptı aslında.
Ben daha çok “Startup School” ve YC’nin kaynaklarını izlemeye çalışıyorum. Onun dışında da tasarım için çok fazla video izlemiyorum aslında, onlar için daha çok okumayı tercih ediyorum.
Ben de teşekkür ettim. Çok keyifliydi, yine görüşmek üzere.
Olsun, hangimiz unutmuyoruz ki... Yeni bir şifre oluşturmak için e-posta adresini girmen yeterli.
Kapat
ilk soru ‘senin arkaplanın nedir?’ sorusu ajansın bloğu ve konu zeplin olunca sadece beni mi güldürdü 🙂 Selamlar herkese, ağzınıza elinize sağlık