“Biz eski web sitesine 30bin TL (isterseniz inanın, isterseniz inanmayın uzunca bir dönem “Standart Kurumsal Web Sitesi Bütçesi” diye bir yuvarlak bütçe vardı ve o da 30bin TL idi.) ayırmıştık. Şimdi sadece işin kullanıcı deneyimi tasarımı için 30bin TL bütçe talep ediyorsunuz. Eskiden kullanıcı deneyimi olmadan yapıyorduk ve oluyordu, şimdi de öyle yapsak olmaz mı?” sohbetleri frekans olarak azalsa da, yaşam döngülerine devam ettiğinin farkındayız. “UX’siz UI”, “kodsuz yazılım” gibi bir oksimoron olsa da (yine) empati kurmaya devam edelim ve soralım:
- “Eski web sitemizi yenilerken, kullanıcının mevcut web sitemizdeki ziyaretlerini analiz edip, onlarla derinlemesine görüşmeler gerçekleştirip, rekabeti analiz edip, iş hedeflerimizi bu içgörülere bağlı kalarak yapmış mıydık?
- Peki o zaman mobil kullanıcı oranımız toplam trafiğin %60’ına denk geliyor muydu? Bu sebeple, yani mobil olan kullanıcının bizden en büyük beklentisi olan mobil deneyime uygun içerik sunumu, hızlı sayfa yükleme zorunluluğu ve arama motorlarının mobil deneyim standartlarına uyum sağlama zorunluluğumuz var mıydı?
- Unutmadan, o zaman prototiplerimizi son kullanıcılarla test ederek, iteratif ilerleyebiliyor ve maliyetlerimizi optimize edip, tasarım ve teknoloji yatırımlarımıza geri dönüşleri optimize edebiliyor muyduk?”
Eğer yukarıdaki soruları ardı ardına sormanıza imkan verildiyse, dinleyici bir hışımla bulunduğunuz ortamı terk etmediyse, bilin ki yanıtlarının tamamı “Hayır” olacaktır. Yine de sabit fikirli ve irrasyonel bir şekilde bütçe genleşmesi muhalifi olan bünyeler “Olsun, yine de UX’siz yapabiliriz çünkü daha önce yapmışız.” konusunda diretirse, onları aşağıdaki perspektiften bakmaya davet etmenizi öneririm.
Eskiden de (farklı bir yaklaşımla olsa da ) UX Design yapıyordunuz ama farkında değildiniz.
Analog veya dijital, geçmişte de bir sistemle insanın arasındaki etkileşimi tasarlarken, belki bugünkü kadar derinlemesine, sonuç odaklı, kapsayıcı ve katiyetle yüksek çözünürlükte olmasa da kullanıcı deneyimine efor ve bütçe ayırıyordunuz. Çoğunlukla işinin ehli uzmanlarla araştırma yürütmüyor, tonlarca veri içerisinden içgörüyü derleyebilecek analistlerle çalışmıyordunuz. Çözümlemesi çok daha basit kullanılabilirlik standartlarına uyum göstermeniz gerekiyordu. Bilgi mimarinizi, site haritasından ibaret görüyor, kategori ağacınızı tanımlarken yurt dışındaki rakibinizin ödül almış web sitesine bakarak oluşturuyordunuz. Arayüzlerin tasarımını da yazılım geliştirmesini de aynı kaynakla yürütebiliyor, veritabanı hazırlamak ve uygulama geliştirmek için dahi aynı kaynağın kısıtlı yetkinliklerine güvenebiliyordunuz. İş bitince, şirket içerisindeki çalışma arkadaşlarınızla son kullanıcı testlerini gerçekleştirebiliyor, yayına çıkarken topu topu 2 tarayıcının işinizi birbirine benzer şekilde görüntüleyebiliyor olması “başarı kriteriniz” olabiliyordu…
Evet, bugün bütçenize yeni eklenen kullanıcı deneyimi, bunları çok daha yüksek çözünürlükte ve fazla sayıda değişkeni göz önünde bulundurarak, ama belki de en önemlisi sisteminizin kullanıcısının ihtiyaçlarını tasarım sürecinin bel kemiği kılarak gerçekleştireceğini vaat ediyor. Bununla da kalmıyor ve iddialı bir önermeyle rüştünü ispata soyunuyor: “Kullanıcı deneyimi, arayüz tasarımında alacağınız kararların gerekçelerini ortaya çıkartır. Kullanıcı deneyimi (UX) olmadan ortaya çıkan bir arayüz (UI), sadece ama sadece ‘bence’lere dayanır. İşiniz ‘sizce’lere değil, veriye dayandırılacak kadar önemli olmalıdır.”
Peki ne oldu da “UX” olmazsa olmaz hale geldi?
Madem ki geçmişte de (farkında olmasanız da) kullanıcı deneyimine efor ve bütçe harcıyordunuz, peki ne değişti de işin bu bölümü bu kadar tartışılır, proje üretim takviminde ön şart belirleyici ve hatta teknoloji yatırımlarına dahi karar verici olabildi? Bu uzun sorunun yanıtı aslında kendi içerisinde gizli: Kullanıcı. Kullanıcı, markaya atayacağı değeri, ona göstereceği sadakati, bir sonraki potansiyel müşterinize sizin hakkınızda anlatacaklarını hep ama hep ona sunduğunuz deneyimin bıraktığı tortuyu esas alarak belirliyor. İşte bu tortunun sizin istediğiniz sonuçlara yelken açabilmesi için de kullanıcının sisteminizle yaşayacağı deneyiminin her adımını tasarlamak, kullanıcıya yatırım yapmak çok daha büyük bir önem arz ediyor. Bu adımın yetkinliklerine sahip olanlar, iş hayatında kendilerine yer buluyor. Bu yerler unvanlara, unvanlar sorumluluklara, sorumluluklar iddialı hedef başarı kriterlerine alan açıyor.
İşte bu dönem, dilerseniz yeni şirket sunumunuz, dilerseniz mobil uygulamanız, dilerseniz de işe alım süreçlerinizde adaylarınızla kuracağınız iletişim olsun, sisteminizin temas noktalarıyla kullanıcıları arasındaki deneyimi tasarlamadan, ezberlerinize ya da dogmalara dayanarak sistemle kullanıcısı arasındaki arayüzü dekore ederek “dönüşüm duasına” çıkamayacağınız yeni dönemdir. Tüm bu ahval ve şerait içerisinde dahi kullanıcı deneyimi kendine bir alan bulur ve son sözü “UX’siz UI olmaz.” olur.
(Bu makale Digital Age Mayıs 2018 sayısı için yazılmıştır.)
“Sanat sanat içindir&Sanat toplum içindir” tartışmasına ux’in cevabı ne olurdu acaba 🤔