Türkiye'de neden milyar dolar seviyesinde bir şirket yok? Konuk yazarımız Yavuz Çingitaş, başarı getiren inovasyon ve girişim yaklaşımlarını SHERPA Blog okurları için yazdı.
Değeri milyar dolar veya üzerinde olan şirketler “unicorn” kavramıyla tanımlanıyor. Peki, bir şirketi unicorn’a dönüştüren yaklaşım nasıl olmalı? İnovasyon ve girişimcilik bunu nasıl mümkün kılıyor? Ve belki de en önemlisi; Türkiye’de neden milyar dolar seviyesinde bir şirket yok?
Konuk yazarımız Yavuz Çingitaş, başarı getiren inovasyon ve girişim yaklaşımlarını SHERPA Blog okurları için yazdı.
Cowboy Ventures kurucusu Aileen Lee’nin ortaya attığı Unicorn terimi milyar dolar veya üstünde değeri olan şirketleri tanımlamak için kullanılıyor. Sıkça konuşulan, kimsenin gerçekleşebileceğine inanmadığı bir kavram var: “milyar dolar seviyesine ulaşmış Türk şirketi”. Buna kimsenin inanmamasının sebeplerine gelirsek; bunun çözümünün, uzun vadede ve Türkiye’deki eğitim sisteminin değişmesi şartıyla olacağına inandığımı söyleyebilirim. Bu değerlemeye sahip bir şirketin yaratılmasının eğitim dışında nasıl mümkün olabileceğiyle boğuşurken ortaya, başlıkta gördüğünüz formül çıktı. Önerdiğim formülasyonun sonucu olan unicorn terimini tanımlayabilmek için, içindeki elemanları da tanımlamam gerekiyor.
İnovasyon nedir?
İnovasyon, Türkiye’de son 5 yıllık dönemde iyice yükselen bir terim haline dönüştü. Televizyonlarda, gazetelerde sıkça adı duyulur oldu ve büyük şirketlerin vizyon ve misyonlarının içine girmeye başladı. İnovasyon denildiğinde, insanların aklına çoğunlukla korkulan veya ne olduğu tam anlaşılmayan bir olgu geliyor. Bunu basitçe ve yine bir formülasyon ile anlatmaya çalışalım:
İnovasyon= (Fikir veya Buluş) x Girişimcilik + Tutku.
Bu içerik ücretsiz!
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç. Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Bu formüldeki her bir öğeyi de açalım. Fikir veya buluşunuz olmadan bir inovasyon yapmamız mümkün değil. Genelde buluş ile inovasyon da karıştırılıyor. Kısa bir örnek ile iki terimi de birbirinden ayıralım.
Buluş terimini; nihai ürün olmadan, aklınızdaki fikrin ilk vücut bulmuş hali olarak adlandırabiliriz. Bilinen bir ürün üzerinden anlatmak gerekirse, ilk otomobili bulan kişi, herkes tarafından Henry Ford olarak bilinirken, ilk otomobil 1885 yılında Karl Benz tarafından bulunmuştur.
Ford olarak bilmenizin sebebiyse, Henry Ford’un ilk otomobil inovasyonunu, yani yürüyen bant sistemini kullanarak müşteriye satılabilir, kar edilebilir ve değer sunan ürün olarak hayata geçirmesidir. Böylece satın alınabilir ve diğer ulaşım araçlarından daha hızlı ve kullanışlı olan Ford Model-T ortaya çıkmış oldu.
Yani, inovasyon yapabilmek için elimizde bir fikrimiz veya buluşumuz olmalı; ancak bunların girişimcilik ile bütünleşmesi, yani müşteriye değer sunan hallerinin ortaya çıkması gerekiyor. Tutku ise, her girişimcinin içinde yer alan (alması gereken) bir duygu olmalıdır. Tutkunuz yoksa, zaten bir girişim veya inovasyon ortaya çıkartmanız bence pek mümkün de değil. Dünyadaki başarılı örneklere de baktığınızda, tutkulu kurucuları görebilirsiniz. Söylemek isterim ki, tutkunun; zengin olup, altın Rolex ile motoryat gezintileri yapmak olarak değil, “insanlara ve dünyaya nasıl bir katkı sağlarım?” diye düşünmek şeklinde algılanması gerektiğine inanıyorum.
İnovasyonu tanımladığımıza göre artık girişimciliğe geçebiliriz.
Girişim nedir?
Girişimi, kar veya fayda sağlama amacında olan organizasyonlar olarak tanımlayabiliriz. Günümüzde, bir çok uluslararası teknoloji girişimi, artık köklü sanayii kuruluşlarının çok ötesinde değerlemelere ulaşıyor ve dünya üzerinde oldukça büyük bir etkiye sahip olabiliyorlar. Örneğin, WhatsApp satıldığında 55 çalışanı varken ve 19 Milyar Dolar değerlemeye sahipken, Türkiye’nin en köklü şirketlerinde yaklaşık 55.000 kişi çalışmasına rağmen dünya çapında başarı kazanmış hiçbir proje ortaya çıkartamadılar. Bahsettiğim çapta başarılı iş modelleri maalesef ülkemizden çıkmıyor/çıkmadı. (Bildiğimiz en büyük teknoloji şirketi satışı da herkesin bildiği YemekSepeti.com satışı.)
Peki, bizler neden dünya çapında başarı yakalamış bir teknoloji girişimini hayata geçiremiyoruz?
Bunun birçok sebebi var. Başta eğitim sistemi olmak üzere, yeniliği ve farklılığı ödüllendirmeyen toplum, işini geliştirmeyen ve dünya trendlerini takip etmeyen firmalar, yöneticiler, şirket sahipleri ve yaptığı işte katma değer yaratmaya çalışmayan beyaz yakalılar; yalın girişim metotlarını kullanmayan girişimciler ve büyük firmalar ile hayırcı kültürümüz vb. Tüm bunlara değinecek değilim, ancak içimi döktüğüme de sevindim. Bunların arasında dikkat çekmek istediğim, Yalın Yeni Girişim Metotları.
Yalın Yeni Girişim (The Lean Start-up, Eric Ries), 2008 yıllarında temelleri atılan ve 2011 yılında kitaba dönüşen, girişimlerin çok daha ucuza ve çok defa yanılarak, en doğru iş modelini bulamalarını sağlayan bir yönetim metodu. Hani, hep olur ve sizlerde tanık olursunuz; 7 kafenin yanına 8.’si açılmadan önce bir sürü para harcanır ancak o mekan 6 ay sonra kapanır. Bu duruma çok üzülürüm. İşte Yalın Yeni Girişim metotlarını kullansaydık, öncelikle iş modelini kurar, müşterilerimizi çok iyi tanımaya çalışırdık. Sonrasında bu müşteriler üzerinde MVP (Minimum Viable Product / Minimum Geçerli Ürün) denemeleri yaparak, benzersiz olduğumuz tarafın testini yapar ve gerçekten tutacağına inandıktan sonra işimizi/firmamızı kurardık. Böylece gerçekten emin olmadığımız bir işi kurmaz, başarı oranımızı arttırırdık. Türkiye’de iyi giden birçok teknoloji şirketi bile Yalın Yeni Girişim metodundan (Kur → Ölç → Öğren → Tekrar kur) haberdar değil.
Bırakın Yeni Girişim metotlarını, Türkiye henüz Ar-Ge konusunda bile gelişmeye çalışırken ve Ar-Ge çoğunluk tarafından inovasyon zannedildiğinden, unicorn yaratmakta zorlanmamız çok normal. Ar-Ge ve inovasyon arasındaki farkı da vurgulamak gerektiğini düşünüyorum. Yine otomobil ürünü üzerinden bir örnek vermek gerekirse;
Ar-Ge gerektiren, bir sonraki yılın otomobilini ortaya çıkartmak, şirket tarafından zaten en iyi bilinen işlerdir. Başkasının burada fikir üretmesi çok zor, ancak şirket için yeni olan bir iş modeli kurmak (elektrikli otomobil ve çevresel faydaları) veya tamamen yeni, ana iş kolunun da dışında bir iş yaratıp, yeni bir pazarda yeni yetkinliklerle faaliyet göstermek, şirketlerin sürdürülebilir olmaları için odaklanmaları gereken yaklaşımlardır. (Sahip olduğum şirketlerden biri olan GOOINN, büyük şirketlerin yeni veya yıkıcı iş modeli/ürün geliştirmeleri için inovasyon ve kurum içi girişimcilik yetkinliği kazandıracak danışmanlık ve eğitimler veriyor.)
Yalın Yeni Girişim metodunu anlatmamdaki asıl sebepse, müşteri doğrulamanın ve müşteri deneyiminin bu metot içinde önemli bir yer taşımasıdır. Bence milyar dolarlık projelerin çıkmamasının altında yatan en büyük sebeplerden bir tanesi de, müşteri odaklı girişimler/iş modelleri/fikirler/inovasyonlar bulmaya çalışmamamızdan kaynaklanıyor. Ar-Ge düşüncesine takılmış firmalar da, müşteri yerine ürün/çözüm odaklı yaklaşımları yüzünden yıkıcı inovasyonlar bulamıyorlar.
Ne kadar iyi bir fikriniz olursa olsun, ne kadar benzersiz bir teknoloji veya buluş sahibi olursanız olun; bunu doğru müşteriye, doğru deneyimle sunmadığınız taktirde başarıyı yakalamak çok zor ve maliyetlidir. Çünkü çok defa deneyip yanılarak, doğru deneyimi bulabilirsiniz. Oysa bahsettiğim “Kur → Ölç → Öğren → Tekrar kur” Yalın Yeni Girişim döngüsü ile, ölçme ve öğrenme süreçlerinde yarattığımız deneyimi, hedeflediğimiz potansiyel müşterilerimiz ile deneyerek test etmeli; müşteri geri bildirimlerine göre tekrar kurup, testlerimizi sürdürmeliyiz. Müşterimiz henüz kurmadığımız şirketimize ait ürünü sahiplenip satın almayı isteyene kadar bu testlere devam etmeliyiz. Maalesef ki Türkiye’den çıkan/çıkmaya çalışan girişimler, işler ve kurum içi girişimcilik çalışmaları, müşteri deneyimi odaklı yaklaşımdan uzak, ürün odaklı bir yol izliyorlar. Umarım en yakın zamanda kafa yapıları değişir ve Türkiye’den de müşteri deneyimi harika olan projeler ortaya çıkar ve bizleri gururlandırır.
Girişimciler için hazırladığımız serilere göz atmak ister misin?