Alışveriş sepetiniz şu an boş
Tüm eğitimlere göz atarak ilgi duyduklarını sepetine ekleyebilirsin.
Alışveriş sepetiniz şu an boş
Tüm eğitimlere göz atarak ilgi duyduklarını sepetine ekleyebilirsin.
SHERPA'da kullanıcı deneyimi yazarı olarak çalışan Tuba, bize son 2 yıldır üretim yaptığı bu alanla ilgili Gılgamış Destanı'nı kıskandıracak derecede uzunlukta bir yazıyla kariyer yolculuğunu anlatıyor.
Son 1 yıldır kullanıcı deneyimi yazarı (UX writer) unvanıyla üretiyorum. Sıradaki cümle okuduğunuz ilk anda belki biraz iddialı gelebilir ancak; Türkiye’deki ilk kullanıcı deneyimi yazarlarından biriyim. Hatta bunu yazdıktan hemen sonra LinkedIn’de yaptığım küçük araştırma ile -ben dahil 3’ü SHERPA olmak üzere- henüz sadece 7 kişi olduğumuzu gördüm. Bu, kullanıcı deneyimi yazımı alanında dünyadaki gelişmelere bakınca, benim için hem heyecan verici hem de oldukça kıymetli bir sorumluluk. Dolayısıyla hesabını veremeyeceğim tek bir kelime dahi sarf etmeme ödeviyle yazıyorum bu cümleleri. Tıpkı bir ürün ya da servis için kullanıcı arabirimi metinleri (UI copy) yazarken olduğu gibi.
Okumaya devam etmek ve SHERPA Blog okuru olmak için aşağıdakilerden birini seç.
Her hafta yenileri eklenen yüzlerce içeriğe ücretsiz ve sınırsız eriş.
Bu yazıda kullanıcı deneyimi yazımının ne olduğundan ya da kullanıcı deneyimi yazarının kim olduğundan bahsetmeyeceğim. Daha önce yazdığım şu iki yazı bu konularda bir fikir verebilir. Bu daha çok, kullanıcı deneyimi yazarı olmaya giden yollardan birinin dokümantasyonu.
Bu sorunun iki cevabı var. İlki, son günlerde çeşitli kanallardan bana ulaşarak kendisini bu alanda geliştirmek için ne yapması gerektiğini soran kişilere derli toplu bir cevap verme ihtiyacı. İkincisi ise felsefe lisansımın bana aşıladığı düşünme modeline kadar gidiyor: Eleştirel düşünme. Yani hem kendimi ve bu alanda katettiğim yolu artılarıyla eksileriyle anlamayı, hem de bu yazıyı ilgiyle okuyan kişilere deneyimden yola çıkarak gerçekçi bir fikir vermeyi kıymetli buluyorum. Ancak bu asla mutlak bir “Nasıl kullanıcı deneyimi yazarı olunur?” reçetesi değil. Şayet devam edersen okuyacakların benim hikayem.
Bu aslında hep böyleydi. Birkaç insandan olduğu gibi Steve Jobs’tan da buna yakın bir cümle duymuştuk. Hayatımızdaki klişeler arasında yerini çoktan almış olsa da, Jobs’un kariyeri bunun en somut örneklerinden biri. Ancak benim hatırlatmak istediğim, fiziksel olarak bir diploman olsa bile bunun her zaman kariyerine yön veren asıl etken olmadığı. İktisat ya da Moleküler Biyoloji ve Genetik mezunu olup bugün kullanıcı deneyimi yazarı olan arkadaşlarım var benim. 🙂
Peki, felsefe öğrenimi görmüş biri olarak dijital tasarım alanında emek veren birine nasıl dönüştüm? Üniversite yıllarımda sıkça karşılaştığım “Peki sen bu bölümü bitirince ne olacaksın?” sorusunun cevabı elbette bu değildi. Ancak bu sorunun bugün kabuk değiştirerek “Şimdi sen tam olarak ne yapıyorsun?” sorusuna dönüşmesi asla tesadüf değil.
Eleştirel düşünme ile ilişkimin nerede başladığından söz ettim. Kullanıcı deneyimi tasarımı ile hayatıma giren bir kavram olan tasarım odaklı düşünme (design thinking) ve eleştirel düşünme arasındaki bağıntıyı görmek için önce şu tanımlara bakalım:
Eleştirel düşünme, bir yargı oluşturmak için olguların objektif olarak analiz edilmesidir. Rasyonellere dayanan, kuşkucu ve tarafsız bir yaklaşımla gerçekleştirilen analizi ya da olgusal kanıtlara dayanan değerlendirmeyi ifade eder. Dolayısıyla problem tanımlama, karar verme ve problem çözme konularında olumlu bir etkisi olan bu düşünme modeli, mevcut durumu anlamaya yönelik yapıcı bir çözümlemedir.
Tasarım odaklı düşünme ise, bir olguyu anlama çabasının ilk aşamasında görünür olmayan alternatif stratejileri ve çözümleri belirlemek amacıyla kullanıcıyı anlamaya, varsayımlarla mücadele etmeye ve problemleri yeniden tanımlamaya odaklanan iteratif bir süreçtir. Tanımlanan problemlere ilişkin çözüm odaklı bir yaklaşım sunar. Bir pratik yöntemler koleksiyonu olduğu kadar, bir düşünme ve çalışma yöntemidir. Sadece tasarımcılara özgü değildir. Tıpkı eleştirel düşünmenin herkes için geçerli bir metodoloji olması gibi.
Yapısal olarak birbiriyle oldukça örtüşen bu iki düşünme modelinin peşin hükümlü olmaktan kaçındığı ve görünenin arkasındakine (olgulara) odaklandığı açık. Bununla birlikte, yine her iki düşünme modelinin de problem kavramıyla ilişkisinin pozitif düzlemde olduğu; problemi tanımlamadan çözüm üretmeye kalkışmadığı açıkça ortada.
Peki bütün bunların kullanıcı deneyimi yazarı olmakla ilgisi ne?
Kullanıcı deneyimi tasarımı profesyonellerinin henüz çok yeni denebilecek bir süredir üstüne ciddi ciddi kafa yorduğu ve giderek daha sık telaffuz ettiği kullanıcı deneyimi yazımı, aslında tasarım odaklı düşünmenin doğal sonuçlarından biri. Çünkü hayatımızın neredeyse her anına dokunan kullanıcı deneyimi tasarımı, doğasına yakışır şekilde kendisini de iteratif olarak geliştiren bir uzmanlık alanı. Başka bir ifadeyle bu alan, odaklandığı diğer her şey gibi kendisini de tasarım odaklı düşünme metodolojisiyle geliştiriyor diyebiliriz. Yani mevcut durumunu mercek altına alıp önce problemlerini tanımlıyor, ihtiyaçlarını belirliyor, çözüm önerisi geliştiriyor, bu öneriyi prototipliyor, test ediyor ve optimizasyona girişiyor.
İşte bu bakış açısıyla ifade edersek, kullanıcı deneyimi tasarımının bir alt disiplini olan “kullanıcı deneyimi yazımı”, henüz bir prototip ve “kullanıcı deneyimi yazarı” rolünü üstlenen “tasarımcılar” aracılığıyla bir süredir test ediliyor.
İnternette yapacağınız kısa bir araştırma ile özellikle son iki yılda kullanıcı deneyimi yazımı konusunda ne çok şey yazılıp çizildiği görebilirsiniz. San Francisco ve Los Angeles başta olmak üzere ABD, İngiltere, Almanya, İsveç, Norveç, Hollanda, İspanya, İsrail ve Japonya gibi pek çok ülkeden kullanıcı deneyimi yazarları deneyimlerini paylaşıyor. Öte yandan, Google, Uber, Dropbox ve dijital teknoloji dünyasının pek çok öncüsü bir süredir oldukça ciddi şekilde kullanıcı deneyimi yazarı arayışında. Hatta Google ve Uber, sektöre kalifiye insan yetiştirme düsturuyla potansiyel adaylara yönelik staj programları ile bayrağı bir adım öteye taşıdı.
İşte bu durum bahsettiğim test sürecinin bir tür izdüşümü. Oldukça yakın bir gelecekte, tüm bu deneyimin bir süredir ortaya koymakta olduğu hipotezlerle optimizasyon süreci başlayacak. Muhtemelen bu da yakın zamanda ayyuka çıkan “Kullanıcı deneyimi yazarı olmak için hangi bölümde okumak gerekir?” ve benzeri sorulara cevap verecek bölümlerin ya da derslerin dünya üniversitelerinde yerini almaya başlayacağı, Türkiye üniversitelerinin de sertifika programları ile bu trendin ekmeğini yiyeceği an olacak. Öyle ki Google, Savannah Sanat ve Tasarım Üniversitesi (Savannah College of Art and Design — SCAD) ile birlikte bir kullanıcı deneyimi tasarımı lisans programı geliştirerek bu konuda da yolu açtı bile.
Eğer şu anda “Nasıl kullanıcı deneyimi yazarı olduğunu anlatacakken buraya nereden geldin?” diye soruyorsan, bunun haklı bir soru olduğunu söylemeliyim. Ancak bu giriş, yazı boyunca bahsedeceklerimin temel çerçevesini sunması bakımından önemliydi. Şimdi diyaframı kısalım ve esas konumuza odaklanalım.
Bu başlık altında anlatacaklarım bir tür curriculum vitae. Beni bir kullanıcı deneyimi yazarı olmaya götüren yolun temel taşları. Aslında her şey bir akademisyen olmak istemediğimi fark etmemle başladı.
2008 yılında Uludağ Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldum. Akademik kariyer hedefiyle aynı yıl Galatasaray Üniversitesi Felsefe bölümünde başladığım yüksek lisansımı tez aşamasında bıraktım. Doğru zaman geldiğinde geri dönmeye söz vererek aldığım bu ayrılık kararının gerekçesi hem politik hem ekonomik. Politik, çünkü bu coğrafyada akademide kaldığımda kendimi bilimsel üretimin özgür bir ferdi olarak hissedemeyeceğime emin olmuştum. Ekonomik, çünkü Aristoteles’in fizik anlayışını incelerken “Arılar duyabiliyor mu?” sorusuna kafa patlattığım bir düzlemde, dersten çıkıp işe yetişmeye çalışırken “Acaba akbilimde para var mı?” sorusunu da sormak benim için zorlayıcıydı. Böylece 2011 yılında yarı zamanlı olarak adım attığım çalışma hayatına, 2012 yılında tam zamanlı olarak merhaba dedim.
Üniversiteden bir meslek sahibi olarak mezun olmamıştım. Öğrencilik hayatı boyunca bol bol metin okumuş ve okuyarak anladıklarını yazarak başkalarına anlatmış biri olarak, profesyonel hayatımın da bu eksende gelişmesi doğal sonuçlardan biriydi. Bir yayınevinde medya ve iletişim sorumlusu unvanıyla tanıtım bülteni yazmak için üstlendiğim rol çok kısa sürede, dijital iletişim teknolojilerinin sunduğu imkanların da etkisiyle, dijital medya ve iletişim editörlüğüne evrildi. Başlangıçta her şey sezgisel ve benzer rollerin yaptığı işleri modelleyerek ilerledi. Profesyonel hayatımda bir “meslek edindirme kursu” gibi konumlanan bu şirkette ürettiğim 2.5 yıl boyunca dijital pazarlama ve içerik üretimi konularında çeşitli eğitimler aldım. Hem bu (o günler için) yeni dünyanın dinamiklerini öğrenmem, hem de felsefe öğreniminin yan etkisi olan uzun ve dolaylı cümlelerimi törpülemem gerekiyordu. Kısa ve yalın cümleler kurmanın bir formülü olmalıydı.
80 sonrası kuşağın, önceki kuşağın aksine, sık iş değiştirmekle ilgili cesareti artık alışık olduğumuz bir durum. Benim için de ilk iş yerimde 2.5 yıl geçirmek oldukça yeterliydi. Yeni sulara yelken açmanın vakti gelmişti. Mevcut tecrübemden çok uzaklaşmayan ancak yeni araçlar edinmemi sağlayacak bir iş olmalıydı bu. Ufukta bir iletişim ajansı belirdi. Bu, hem müşteri iletişimini hem de bir gün içinde birden çok müşteri için üretirken işlerimi önceliklendirmeyi ve stratejik planlamayı öğrenmek için iyi bir adresti. Dijital müşteri yöneticisi rolüyle çalıştığım bu ajanstan ayrılırken cebimde benim için epey anlamlı bir kendi kendini yönetme tecrübesi vardı.
Hemen ardından, içerik odaklı bir proje ofisinde içerik editörü unvanıyla çalışmaya başladığım tarih, iş dünyasının yoğun ilgi gösterdiği pek çok etkinlikte “İçerik kraldır.” cümlesinin defalarca yankılandığı döneme denk geliyor. Bir süre sonra içerik geliştirme ve proje yöneticisi unvanıyla rol aldığım bu şirkette, bir ayağı basılı yayınlar diğer ayağı mobil uygulamalar olan çift şeritli bir yolda yaklaşık 2 yıl seyir halindeydim. Bu esnada işimin de gereği olarak Photoshop, InDesign, Illustrator eğitimleri aldım. Öte yandan, proje yönetimi süreçlerini optimize etme hedefiyle diğer pek çok dijital araçla da “kullanıcı” sıfatıyla bol bol haşır neşir oldum. Üretimimiz B2B4C (business to business for consumer) odaklıydı. İçerik yönetimi, proje yönetimi, dijital ürün yönetimi ve pazarlama alanlarının iyi bir karması olan bu deneyimle iş hayatımın, benim için daha çok bir “meslek okulu” görevi gören ilk 5 yılını tamamladım.
Artık ihtiyacım olan şey bundan sonraki süreçte üreteceğim alanın sınırlarını belirlemekti. Yatayda genişlemek yerine dikeyde derinleşmeye ihtiyacım vardı; ya da başka bir deyişle “uzmanlaşmaya”.
İş hayatında ilk 5 yıl bana çeşitli alanlara farklı açılardan yoğunlaştığım karma bir tecrübe kazandırmıştı: Ağırlıklı olarak içerik üretimi ve yönetimi, ikinci sırada ürün ve proje yönetimi, daha sonra ise müşteri iletişimi ve pazarlama. Bu parçaları anlamlı bir şekilde birleştirdiğimde uzmanlaşmak için odaklanacağım alan belli olacaktı. Bu cümledeki “anlamlılık” benim için özetle şunu ifade ediyordu: Üretirken bir değer yarattığımı da hissetmek. Bu hedefle araştırmaya başladım.
Nedenlerini açıklamaya gerek yok muhtemelen ancak bu yeni alanda, “dijital” diye etiketlenen dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmek üretim sürecinin doğal bir parçası olmalıydı. Bu kriter araştırma alanımı sonuca ulaşmayı kolaylaştıracak şekilde daraltıyordu. Türkiye’den ve yurt dışından pek çok mecrayı taradım. Derken SHERPA ve SHERPA Blog’la tanıştım.
SHERPA Blog benim için yepyeni bir ufuk oldu. O güne kadar yayınladıkları tüm içerikleri okudum. Bu içeriklerin yönlendirdiği, kullanıcı deneyimi tasarımı alanında dünya çapında referans kabul edilen Nielsen Norman Group ve Interaction Design Foundation tarafından yayınlanan pek çok makaleyi okudum. SHERPA’nın web sitesindeki case study içeriklerini inceledim. SHERPA ve SHERPA Blog markalarına hayat veren DAM Startup Studio’nun kurucusu Yakup Bayrak’ı takibe aldım. Kendisinin TEDxReset konuşmasını da dinledikten sonra artık yeni rotam belliydi: Kullanıcı deneyimi tasarımı. Dahası, bu işi öğreneceğim yer SHERPA olmalıydı.
Mevcut tecrübemin yapı taşları kullanıcı deneyimi tasarımı için bir “şey” ifade ediyordu ama önemli bir eksik vardı: Daha önce hiçbir işimin odağında kullanıcı yoktu. Öte yandan, hem eğitimim hem de iş tecrübem tasarımla uzaktan yakından alakalı olmadığı için bu alana geçiş yapmam epey zor olacaktı. Ya da ben öyle sanıyordum. Çünkü henüz SHERPA’nın işe alım sürecine ilişkin bir fikrim yoktu. Ancak iş ilanlarında maaş aralığını açıkça belirtebilecek kadar şeffaf bir şirket, ne istediğini bilen ve bu konuda kendini doğru ifade edebilen herkese en azından yüz yüze görüşme için bir şans verirdi bence. Son işimde proje yönetimi yaptığım için bu tecrübeye en yakın rol olan “UX Producer” ilanına başvurarak SHERPA’nın kapısını çaldım. Tahminimde yanılmamıştım.
Bu rolün o dönem için bana birkaç beden büyük olduğu yüz yüze görüşmemizin üçüncü dakikasında belli olmuştu. Ancak ne mutlu ki SHERPA’da işe alım süreçlerini birlikte yürüten Selen ve Yakup böyle durumlarda, —klasik yaklaşımın aksine— bir insanı tanımak ve yetkinliklerini anlamak için 3 dakikadan fazlasının gerektiğini çoktan biliyorlardı. Görüşmeyi başvurduğum pozisyonun bağlamından çıkarıp beni tanımaya, o güne kadar neler yaptığımı ve kapılarını neden çaldığımı anlamaya odaklandılar. İşte bu özen, kariyerimin dönüm noktasında aldığım ilk büyük destek oldu. Artık bir SHERPA’ydım.
Kurumsal web sitesinin Kültür sayfasında söze şöyle başlıyor SHERPA: Öğreniyoruz, deneyimliyoruz, paylaşıyoruz. Bu çatı altındaki ilk aylarım bu cümlenin ispatı gibiydi. En az takıma yeni katılan kişiler için olduğu kadar, SHERPA’nın kurulduğu günden bu yana burada çalışan kişiler için de sürekli bir öğrenme ortamı yaratılmış. “Öğrenmeye açık olmak” klişe, “öğrenmek” kültürel bir değer burada. Dahası, öğrenilenler sadece şirket içinde kalmıyor, çeşitli kanallardan herkesin erişimine sunuluyor. Deneyim paylaşıldığında herkes için öğretici bir sürece dönüşüyor.
Kullanıcı deneyimi tasarımı konusunda sadece okuyarak edindiğim teorik bilgiyi pratiğe dökmeden önce öğrenmem gereken pek çok şey vardı haliyle. SHERPA’ya özgü bir rol olan padawan olarak takıma katılmıştım. Tek görevim arkadaşlarımın nasıl ürettiğini gözlemlemek ve sorabildiğim kadar soru sormaktı. Yıllar önce tenis dersleri alırken ilk bir ay boyunca topa hiç vurmadan, sadece servis atışı için topu doğru tutmayı ve doğru açıyla havaya atmayı öğrenmem gerekmişti. Topu tutan parmaklarımın açısı, kolumun ve hatta bedenimin duruşu her şeyi değiştirebilirdi. Padawan olmak iyi bir servis atışı için topu doğru tutmayı öğrenmek gibiydi.
Dört ay boyunca stüdyodaki hemen her projeye gözlemci olarak dahil oldum. Böylece bir projenin türüne ve hedeflerine göre; hangi aşamada hangi soruların sorulduğunu, bu sorulara cevapların nereden ve nasıl alındığını, bir içgörünün nasıl hipoteze dönüştüğünü, bir hipotezin neden ve nasıl test edildiğini, iterasyonun ve optimizasyonun deneyim tasarımı için ne ifade ettiğini ve hem kullanıcı deneyimi tasarımına hem de SHERPA’nın tasarım metodolojisine ilişkin daha pek çok şeyi yakından izleme ve sorgulama imkanım oldu. Bu süreçte öğrendiklerimi pekiştiren temel araç ise şu soruydu: Neden?
Basitten karmaşığa daha pek çok “Neden?” sorusuna aldığım her cevap, bundan tam 2 yıl önce bir padawan olarak adım attığım kullanıcı deneyimi tasarımı dünyasında yürümem gereken yolu doğal olarak tarif etti. SHERPA’daki ilk dört ayın sonunda, editöryal yetkinliklerim deneyim tasarımı için sorulması gereken doğru sorularla birleşince projelerde sorumluluk alarak üretmeye başladım. Bugüne kadar tamamlanmış veya devam eden toplam 20 projede rol aldım. SHERPA’da başlangıçta içerik yöneticisi (content manager) olarak isimlendirilen bu rol, 2018 yılının başından itibaren kullanıcı deneyimi yazarına (UX writer) dönüştü.
Bu dönüşümün temelinde —bilgi mimarisinden kullanıcı arabirimi metinlerine (buton metinleri, onay mesajları, form içerikleri, chatbot senaryoları ve dahası)— deneyim tasarımına rehberlik eden içerik odaklı çıktıların üretiminin süreçteki konumuna ve önemine dikkat çekme ihtiyacı yatıyor. Tıpkı kullanıcı deneyimi tasarımı alanında metinsel içerik sürecinin başlı başına bir disiplin olarak tanımlanması ihtiyacı gibi.
Eğer zaman ayırıp yazıyı buraya kadar okuduysan teşekkür ederim. Bu alanda kariyer yapmak isteyen biriysen, aklındaki sorulara genel bir çerçevede de olsa cevap verebildiğimi umarım. Zira kullanıcı deneyimi yazımı şu an için editöryal yeteneklerin olmazsa olmaz, merak ve öğrenme duygusunun ise lokomotif olduğu bir alan. Her şeyden önemlisi ise dümeni “bence” kelimesiyle başlayan cümleler yerine “Kullanıcının ihtiyacı ne?” sorusuna bırakmak.
Bütün bu hikayeyi anlatmadan aşağıdaki listeyi paylaşsaydım fazla iddialı algılanmasından çekinirdim. Bunun, bilgiyi ve deneyimi paylaşmanın hakettiği değeri yeterince göremediği ülkemizde anlaşılır bir çekince olduğunu düşünüyorum. Şayet bu hikaye senin için anlamlıysa ve “UX writer” unvanını profesyonel hayatında taşımak istiyorsan önerilerimi şöyle listeleyebilirim:
Bonus: Herhangi bir şirkete iş başvurusu yapmadan önce, o şirketin kültürünü mümkün olan tüm kanallardan analiz edip anlamaya çalış. Çalışma anlayışının sana uygun olmadığını düşündüğün hiçbir şirketin kapısını çalma — hele ki kullanıcı deneyimine yaptığı yatırımı nasıl ölçümleyeceğini bilmeyen bir şirketse.
Olsun, hangimiz unutmuyoruz ki... Yeni bir şifre oluşturmak için e-posta adresini girmen yeterli.
Kapat
Teşekkürler
Size de teşekkürler Recep Bey. Konuyla ilgili sorularınız vardı ise sizin için anlamlı yanıtlar bulabildiğinizi umarım.
Gerçekten doyurucu bir yazı olmuş. Bu sektöre yıllardır ilgiliyim fakat bir türlü atılım haline geçecek yolu bulamamıştım. Bu yazınız bana tam olarak bir harita sunmuş olmasa da en yakın adreslerin bazı kestirme yollarını sunmuş oldu. Teşekkür ediyorum Tuba Hanım.
Merhaba Melike Hanım, ne mutlu bana! Geri bildiriminiz için teşekkür eder, arayışınızda başarılar dilerim. Yardımcı olabileceğimi düşündüğünüz farklı konular olursa bana buradan ya da sosyal medyadan ulaşabilirsiniz. Sevgiler.
Merhaba Tuba Hanım,
Yazınızı büyük heyecan içinde okuduğumu açıkça ifade etmeliyim. UX Writer olma yolunda nereden başlayacağım konusunda büyük kaygı içinde araştırmaya başlayınca bu enfes yazınızla karşılaşmak beni bir nebze de olsa uzun yolumun patikasını bulmuş gibi sevindirdi. Verdiğiniz referansları teker teker detaylı okuyacağım ki aslında benim sorunum İngilizce seviyemin ilgili referanslar için yeterli olmamasıydı ama onu da bir şekilde çözmeye çalışıyorum.
Yazınız için çok teşekkür ederim.
Bir sorum; Eğitim bölümünde UX Writer eğitimi olacak mı? Katılmayı çok isterim.
Naçinaze düzeltmem ise; yazınızda aynı kelimede (interaktif) ” iki kere hata olmuş, bilginize.
Saygılarımla,
Engin
Merhaba Engin Bey, ilginiz ve nazik yorumunuz için teşekkür ederim. Yazımın arayışınızda anlamlı bir yer bulması beni mutlu etti. UX writing, deneyim tasarımının görece yeni disiplinlerinden biri ve Türkçe kaynak konusunda henüz yolun epey başındayız. Umuyorum bu alanda emek veren insanların katkısıyla giderek zenginleşecek Türkçe literatür de. Diğer yandan, bu alana odaklanan bir eğitim içeriği yayınlamak gündemimizde. SHERPA Blog’u takip etmeye devam ederseniz eğitim yayına alındığında muhakkak haberdar olursunuz 🙂 Düzeltme notunuz için ayrıca teşekkür ederim ancak bir karışıklık olduğunu düşünüyorum. Tüm metni taradım tekrar fakat bahsettiğiniz hatayı göremedim. Yardımcı olabilirseniz memnun olurum. Sevgiler.